30 Haziran 2015 Salı

Aşk ve İlişkiler (2)



Çoğumuz, hayatımızın bir aşamasında masum başlamış bir sevgiyi ekşitmişizdir. Kavgalar, o duvardan bu duvara fırlatılan küçüklü büyüklü eşyalar, içerde kopan çeşitli şiddetlerde fırtınalar ve her şey rağmen ayrılamamalar…
Büyük aşklarla başlayan ilişkiler bile, bir kaç hafta geçtikten sonra bozulmaya başlayabiliyor… İlişkileri eskitmek ve ekşitmek çok kolay ve genellikle olan da bu. Ya ayrılamadığı için ite kaka devam eden bir süreç; ya da hazin ayrılık…

Esas beceri, bir ilişkiye başladıktan sonraki zahmete katlanmak. Çünkü doğru insanı bulduktan sonraki bölüm, suçlamayı bırakma, iki taraf için de doğru bir iletişim yolu yakalama, karşındakini anlamaya çalışma ve duygusal zekâyı yükseltme süreci…

Eğer hayatınızın adamını/kadınını arıyorsanız ve henüz bulamadıysanız umudunuzu yitirmeyin. “30’u geçtin” yalanına aldanmayın. Tamamen toplumsal bir yanlış yönlendirme bana sorarsanız… Ama yalnız yaşamak istemiyorsanız, hayatınızı biriyle paylaşmak, ikili yaşam yoluna girmek istiyorsanız, sonrasına şimdiden hazırlanmaya başlayabilirsiniz. Kendinize sorun “daha önceki ilişkilerimde nerede hata yaptım, neleri değiştirmem gerekiyor, artık hayatımda tam olarak neyi istiyor & istemiyorum ve gitmeyen belli başlı şeyler ne/lerdi?”

Nitelikli ilişkileri, nitelikli duygular ve nitelikli davranışlar yaratır. Bu yüzden, her şeyden önce kendi duygularımızı tanımamız, hangi duyguların hayatımızı domine ettiğini fark etmemiz ve o duyguları nasıl yönetebileceğimizi iyi anlamamız çok önemli.



  • Huzurlu bir ilişkiyi, huzursuz ve dolu bir zihinle kuramazsınız. Dolu bir zihin negativite üretmeye hazır olur. Negatif yayınınız ilişkinizi olumsuz yönde etkiler. Meditasyon, zihni boşaltmanın en sade yoludur. Zihniniz rahatlarsa, olayları çok daha net ve objektif bir biçimde değerlendirebilir, normal şartlarda tepki vereceğiniz konularda soğukkanlılığınızı koruyarak daha rahat iletişim kurabilirsiniz. Düzenli meditasyonun pek çok sayısız faydasından biri de bu.

  • Birbirinizi tolere etmeyin. Bunu, sevgili üstadım Sri Sri Ravi Shankar söylüyor. Tolere etmek, kulağa çok fedakârca gibi gelse de, tolere edilen konu her neyse, sonunda mutlaka bir patlama yaşanıyor. Tolere etmeyin. İlişkilerde genellikle olumsuz yanlarını insanlar birbirlerinin gözüne sokar; iş “sen şöylesin”, “sen böylesin”e döner... Tolere etmek yerine, sevgilinizi olumsuz yönleriyle de, olduğu gibi kabul edin. Eksiğini, gediğini de sevin, sarıp sarmalayın. Hem hangimiz mükemmeliz ki acaba?

  • Değişime ve eleştiriye açık olmak ilişkinizi taze tutar. Kendini yenilemek, olumsuz yanlarının farkında olmak ve değiştirmeye yönelmek kolay olmasa da sağlam bir ilişkinin püf noktası. Biz Özev’ler olarak ayda bir kere yuvarlak masa yapar, herkesin birbirinden memnun olmadığı konuları konuşurduk. Küçükken bu toplantıların değerini haliyle çok anlamaz, üzülerek o masadan ayrılırdım. Fakat şimdi ne kadar önemli bir şey yaptığımızı anlıyorum… Eleştiriye açık olup, eleştirileri duyup, değiştirme olgunluğunu göstermek sanırım en zoru… Örneğin, ilişkilerde çoğu zaman taraflar birbirlerini kendi istedikleri kalıplara sokmaya ve kendilerine benzetmeye çalışırlar. Aslında bunu yaparken ne kadar anlayıştan uzak olduklarını fark edemez ve karşılarındakini suçlamaya devam ederler. Bu davranış biçimi genellikle tarihin tekerrür etmesine sebep olur.  

  • Günlük rutini kırıp, ilişkiyi taze tutmak açısından sevgilinize küçük sürprizler yapmak da önemli bana sorarsanız. Çıkarken çantasına aldığı muzun üstüne onu ne kadar sevdiğinizi yazmak veya bilgisayarına post-it’le bir not bırakmak bile onu gülümsetmeye yetecektir… Burada dikkat etmeniz gereken, kendinize yapılmasını istediğiniz değil, onu mutlu edecek sürprizleri ayırabilmek… Çünkü genellikle hediye alırken de sürpriz yaparken de bu konuda yanılabiliyor ve karşımızdakine yaşatmak istediğimiz sevinci göremeyince de üzülebiliyoruz.

  • Birbirinizin topraklarına çok fazla girmeyin. Fazla müdahaleci olmayın. Çiftler genellikle tek bir bünye gibi davranıp, yanındakini de kendine benzetmeye bayılıyorlar. Birinin ayıbından diğeri de rahatsız oluyor. Birey olduklarını unutuyorlar. Bu da haliyle tartışmalara sebep oluyor. Sınırlarınızı belirleyin ve sınırlarınızın tehdit edildiği zaman  (müdahale etmek gibi) onu kibarca uyarın. Kimse, sizin topraklarınıza sizin izin verdiğinizden daha fazla giremez. Onu da kendisi olmaya bırakın.

  • Tartışın. Duygularını ifade edemedikleri için Finlandiya’da birçok erkek ortada hiç bir sorun yok gibi görünürken evlerini bir anda terk ediyorlar. Konuşmak, tartışmak, kendini gizlememek önemli. Biliyorum, bazen “nasıl olsa anlamaz” diye düşünerek tartışacak gücü bulamıyor insan.  Ama inanın tartışmak, üstünü örtüp halı altına ittirmekten çok daha iyi sonuç veriyor. Duygularınızı dile getirirken, tartışmalarınızı hakarete çevirmemeye özen göstermeniz çok önemli. Çünkü ilişkide saygıyı yitirdiğiniz anda geri dönüşü zor bir yola giriyorsunuz…

  • Finansal özgürlük: Ben, finansal olarak her iki tarafın da özgür olmasının, kaliteli bir ilişki açısından çok önemli bir etken olduğuna inanıyorum. Tabii bu benim fikrim.

  • Romantik yapın. Uzun soluklu birliktelikler, bir süre sonra rutine dönüyor. Hele ki çocuklar da varsa!.. Her ne kadar uzun zamandır birlikte ya da evli olsanız da, bu romantik bir yemeğe veya baş başa bir tatile çıkmanıza, flört ederken yaptıklarınızı yapmanıza engel olmasın.

İlişkiler konusu uzun. Onun için haftaya, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yaşama sevinciyle dolduğunuz, hem ikili, hem sosyal ilişkilerinizi iyileştirmeye kendinizden başladığınız mükemmel bir hafta diliyorum! :)





Aşk ve İlişkiler (1)





Aşk…

Sen içinde havai fişekler patlatıp, insanın kalbini ritim bozukluğuna sokar, sonra da hiç bir şey olmamış gibi çekilirsin…

İçinde havai fişekler patlarken inanmadığı her şeye tekrar inanmaya başlar insan… Yer çekimi ona artık işlemiyormuş da havada süzülüyormuş gibi olur… Trafik de, İstanbul’un keşmekeşi de, bütün süregelen problemler de vız gelir… Başka bir frekanstan, paralel bir evrenden yayın yapıyor gibi olur… Gerçeklik algısı dağılır ve her şeyin “mümkün olduğu” o alana girer.
Ta ki, büyü bozulana kadar…
Oysa bir bilse; büyü bozulsa da, âşık olunan kişi tahtından devrilse de, aşk daim olan…

İşte böyle âşık ola kırıla bir sürü arkadaşım, danışanım var benim aşka inancını yitiren, artık hayalindeki adamın/kadının var olmadığını düşünen. Ben de bir zamanlar aralarındaydım. Her el ele gördüğüm çiftin bir gün ayrılacağına inandığım bir dönem yaşadım. Kendi deneyimlerimin hayal kırıklıklarıyla sonuçlandığı ve çevremde benim aradığım gibi samimi, sevgi dolu, kavgasız-gürültüsüz ilişki örneklerine  çok fazla rastlamadığım için de umudumu yitirmek hiç de zor olmadı. İnsan aşka olan umudunu yitirince fena kararıyor ortalık… En azından benim için öyle olmuştu. Birçok şey anlamsızlaşmış, hayatın zevki kaçmıştı.

Sonra anladım ki…
Ben o adamı ararken, esas adamımın aradığı kadın olmalıymışım…
Kolay da değilmiş o süreç…

Eşim Çağrı hayatıma işte bu aşka, sevgiye, ilişkilere inancımı yitirdiğim, o zor dönemlerde girdi. Çağrı o zamana kadarki sevgililerimden çok farklı olduğu için hiç şans bile vermedim. Sonra o, sabrı, yaşama olan derin inancı ve anlayışı, güçlü karakteri, dürüstlüğü ve espri yeteneğiyle çaldı benim kalbimi. İki çok farklı insan, birlikte bir yolculuğa başladık. Farklı insanların bir arada olması kadar zor bir şey yok. Bir sürü ego savaşını sevgiye teslim ederek arkanızda bırakmanız gerekiyor. Bana sorarsanız; cicim aylarını geçtikten sonra, ikili ilişkiler en zorlu kişisel gelişim süreci. Suçlamayı, yargılamayı, karşındakini değiştirmeye çalışmayı bırakıp; dinlemeyi, anlamayı, empati kurabilmeyi, konfor alanı dışına çıkmayı gerektiren zorlu bir süreç.

Bu süreçte, Çağrı bana, ben de ona sevgiyle ilgili o kadar çok şey öğrettik ki; bu yazımda sizlerle bir ilişkinin devam etmesi için nelerin öncelikli olduğunu, naçizane kendi deneyimlerimden yola çıkarak paylaşmak istiyorum.


  • Her şeyden önce, güzel ve uyumlu ilişkiler de -tıpkı önceki yazılarımda  yazdığım mutluluk gibi- kendiliğinden seyretmiyor. Nasıl edebilir ki? İki farklı kişi bir yaşam kurmaya çalışıyor. Mehmet zeytin sever, Ayşe peynir… Ali yüksek sesle konuşur, Veli sessizlik sever. Ufak da olsa bu farklılıkları ilim ilmek dokumak, birbirini kırmadan özenle işlemek ve orta yolu bulmak gerekiyor. “Ruh eşim” dediğimiz kişilerle bile bir süre sonra ters düşüyoruz. Ters düşmek sorun değil. Çünkü hiç bir ilişki, göründüğü kadar müthiş değil. Her ilişkinin iniş-çıkışları, engebeleri var. Önemli olan o engebelerin her iki tarafın iletişim yeteneklerini kullanarak nasıl aştıkları…

  • Uyumlu bir ilişki yaratmak için en önemli unsurlardan biri, kendini sevmek ve iyi-kötü her yönüyle olduğu gibi kabul etmek. Bu, karşınızdakini de olduğu gibi sevmenizi ve kabul etmenizi kolaylaştırır. Kendi ihtiyaçlarınızı karşılamaz, kendinize sevgi ve özen göstermezseniz, sevgilinize nasıl göstereceksiniz?  

  • İğneyi kendinize, çuvaldızı sevgilinize batırın: Bahsettiğim üzere, cicim aylarını geçince, hiç bir ilişki mükemmel değil. Ama mükemmelleştirilebilir. Yolunda gitmeyen herhangi bir konuda suçlamaya ve saldırıya geçmeden önce sorulacak en zor ve doğru soru “ben nerede hata yaptım?”dır.

  • En ufak problemde kaçıp gidip vaz geçmeyin. Bu, benim yaptığım bir hataydı. En ufak bir sorunda, pürüzde terk edileceğim korkusuyla hemen “ayrılalım o zaman” derdim. Ufak sorunlarda ayrılmak yerine birleşmeye odaklandığınızda, aranızdaki bağı sağlamlaştırırsınız.

  • İlişkilerde gözlemlediğim, ilişkiyi uçuruma yuvarlayan en önemli konulardan biri, çiftlerin birbirlerini artık dinlememeleri. Erkekler kolaylıkla kadınlara hakaret ederek kalplerini kırıyorlar. Ve o kalbin bir araya gelmesi öyle zor oluyor ki… Oluyor mu onu da bilmiyorum… Kadınlar ise başkalarının yanında erkeklerini rahatlıkla yerip, eleştirebiliyorlar. Bu da bir erkeğe yapılacak en son şey olmalı… Böyle bir-iki derken, artık kimse birbirini dinlememeye başlıyor. Saygıyı kaybedince o ipler ya kopuyor, ya da ilişki hastalıklı bir hale dönüşüyor. Siz de ilişkinize bir göz atın. Her şeyden önce ne kadar yıpratıcı olduğuna, bu ilişkiye devam etmek isteyip istemediğinize karar verin. Sonra devam etmek istiyorsanız, birbirinizi kırdığınız zamanları oturun yazın. Birbirinize neye ihtiyacınız olduğunu sorun. Belki iki taraf da birbirinin ihtiyaçlarından bihaber? Acaba onun hangi duyguları hissetmeye, neleri duymaya, neleri duymamaya, neleri görmeye ve nasıl dokunulmaya ihtiyacı var?

  • Birbirinizi serbest bırakın. En sık rastladığım şeylerden biri de, eşlerin birbirlerini fazla sıkboğaz etmeleri ve birbirlerine yaşama alanı tanımamaları. Bunu yapıp da mutlu olan bir çift görmedim. Çiftler her şeyi birlikte yapmak zorunda değiller. Farklılıklarını da onurlandırmak, her iki tarafı da rahatlatır, ortak kararlar almayı kolaylaştırır. Uzun vadeli ilişkiler ve evlilikler, çoğu zaman öğretilenin aksine, her zaman “biz” diyerek değil, zaman zaman “ben”, zaman zaman “biz” diyerek ilerliyor. Kendinize vakit ayırmadan, farklı yanlarınızı bastırarak ve onlardan vazgeçerek de olmaz.
   
Haftaya ilişkilerle ilgili yazı dizime devam edeceğim.
Size bu hafta, sağlam temellere dayanan, sevgi dolu ilişkilere uyandığınız ve bunu yaratmak için emek sarf ettiğiniz harika bir hafta diliyorum! :)


13 Haziran 2015 Cumartesi

Tepenin Arkasındaki Mutluluk (3)



Mutluluk, mutlu insanların başına tesadüfen  gelmiyor. Emek, çaba ve düzenli disiplin gerektiriyor.
Son bir kaç yazımda bahsettiğim mutluluk, sürekli olarak iyi şeylerle karşılaşmak, hayatta bütün istediklerinin olması, başına ters bir şeyin gelmemesi demek değil. Burada anlattığım mutluluk, esasında yaşamın matematiğini ve yasalarını anlayıp, bütün bu olan biten karşısında sarsılmadan kalabilmek.

Mutlu doğsak bile, o sade mutluluk hali, zihindeki düşüncelerle, egomuzun yüksek sesiyle bozuluveriyor belli bir yaştan sonra. Olumsuzluğu üzerimizde daha uzun süreler taşımaya başlıyoruz. Bazı geceler uykularımız kaçıyor… Varoluşumuzun çocuksu gerçeği, unutkanlığımız sonucu bir süreliğine yüreğimize gömülse de, bulup çıkarmak için cesur bir emek sarfedenlere tekrar aşikar oluyor… Doğdukları günden beri onların en doğal hakkı olan…

Çünkü o doğal hal, sadece unutkanlığımızdan dolayı, hırsın, gerekliliklerin, bize hayatla ilgili yalan yanlış öğretilenlerin, korku ve olumsuzluğun yarattığı zihinsel kaosta derinlere gömülse de, asla yok olmuyor…  

O mutluluğu yakalamak, kendinin (duygu ve düşüncelerinin) farkına varmak, zihinsel döngüleri kırmak, kendini olumsuzluktan arındırıp, özgürleşmekle mümkün. Cesur bir emek diyorum, çünkü konfor alanınlarını seçerek, her gün aynı davranış biçimlerini kanıksamış ve değişime kapalı bir ruh haliyle o yere varılmıyor… Yapmadıklarını yaparak, söylemediklerini söyleyerek, kendine koyduğun limitleri aşarak oluyor ancak… Sınırsızlığı fark ederek…

“İnsan hayatındaki en önemli kazanım, ruhunu iyi veya kötü kutupluluğundan özgürleştirme sanatıdır.” Pisagor

Mutluluk formüllerine kaldığımız yerden devam edecek olursak;

  • İyi-kötü; güzel-çirkin; doğru-yanlış olarak gördüğünüz her şeyi olduğu gibi görmeyi denediniz mi hiç? Bu etiketleri koyan zihnimiz. Oysa olan bitenin hepsi, bize bilgi vermek, hayatı öğretmek amacıyla karşımıza çıkan veriler.

  • Filmlerde küllerinden doğan karakterleri hayranlıkla izliyoruz. Başımızdaki her "problem" bizi küllerimizden doğurmak için. Bu noktayı  çoğunlukla atlıyoruz. Problemlerinizin içinde kaybolmayın. Değişmesi gereken her neyse değiştirin ve korkusuzca bir sonraki etaba geçin. Hayat sizi tutacak. Hayata ve kendinize güvenin.
  • Yaşamak için bir amacınız var mı? Hayatının anlam taşıması insanı dinç tutar,
içini mutlulukla doldurur. Duygusallaşıp, işler yolunda gitmediği zaman kolay kolay vazgeçmez. Yıkılmaz. Kendinize yaşamınızı daha anlamlı kılacak hedef(ler) belirleyin. Onlara doğru cesaretle koşun.

  • Kendini seçerek, başkalarının ne dediğine, ne düşündüğüne, ne istediğine çok mu fazla takılıyorsunuz?  
Başkaları, sizin hakkınızda konuşsa, sizin için iyi olacağını düşündükleri bir şeyler istese bile; bu istekler, onların gerçeklerinden yola çıkarak haritalanmıştır. Birincisi, onların yaşamlarına bir göz atın; kendinize kurmak istediğiniz yaşam onlarınkine benziyor mu? İkincisi, siz onların istediklerini yaptınız diye onlar mutluluğu yakalayamayacaklar. Yani, onların sizin için istediklerine takılmak, dinlemek ve yapmak, ne sizi mutlu edecek, ne de onları...
  • Yılda kaç kere konfor alanınızı kendi arzunuzla terk ediyorsunuz?
Konfor alanı demek sınır demektir. Sınırlarınızın dışına çıkıp kendinize meydan okuyor musunuz? “Yapamam” dediğiniz şeylerin bir listesini çıkarın. Özellikle de yapmak isteyip de “yapamam” dediklerinizden başlayarak, kendinize meydan okuyun. İnsan, konfor alanının dışına çıktıkça, kendine koyduğu sınırları aştıkça mutlu olan bir varlık.

  • Sizi neyin mutsuz ettiğini tam olarak biliyor musunuz? Bu konu son derece yüzeyde olabileceği için, biraz daha derinlerde de olabilir. Cevabı kendi kendinize bulamıyorsanız, güvendiğinbir yaşam koçuyla çalışmanızı öneririm.
  • Yardım ediyor musunuz? Yardım etmek ve faydalı olduğunu hissetmek, en doğal, en temiz mutluluklardan biri değil mi? Bir ağaç dikmek, bir hafta sonunu huzurevinde geçirmek, bir çocuğa yardım eli uzatmak…
Hayata verebileceğinizin en iyisini verin. Ondan sonra, onun zaten size en iyisini vereceğine ve bunu hak ettiğinize inanın.  

  • Hırs, kin, nefret, kıskançlık gibi zehirli duygulardan kalbinizi arındırın. Bu
duygular sağlığınızı tehdit eden, hem sizi hem de çevrenizi zehirleyen duygular.
 
  • Kendinize bir şükran listesi yapın. Yüreğinizi minnetle doldurun.
Şükredecek o kadar çok şeyimiz var ki… Bazen sevdiklerimizle geçirdiğimiz bir saat bile bir lüks   olabiliyor, bazense ağrısız bir gün…



Tepenin Arkasındaki Mutluluk (2)

“Aslında o efsanevi “sonsuz mutluluk”, birleşme yolunda yürürken, varlığın kutsal bilgisini derin derin içine çektikçe, aşkın acziyeti önünde egonun kara duvarları yıkıldıkça, yavaş yavaş üstüne siniyor insanın… Kendi gerçeğinin peşini asla bırakmadıkça… Sahte kimliklerinden soyunup, gerçek kimliğine yanaştıkça ve orada varlık buldukça…”



Seminerlerimde, “hayattan ne bekliyorsunuz?” sorusunun cevabı çoğunlukla, “mutluluk”, “sağlık”, “huzur” oluyor. Sonra başarı ve para takip ediyor. Sahi, bizim için “bir beklenti”den ibaretse mutluluk, ne yapabiliriz onu arttırmak ve beslemek için?

“Mind Body Green” sitesinde, Shannon Kaiser’in kaleme aldığı “Mutlu insanların 7 Alışkanlığı” çok severek okuduğum bir yazıydı. Bu yazıyı kısaca özetlemek gerekirse, mutlu insanlar, kendilerini ve kendi ihtiyaçlarını ön plana alıyorlar, (ki bu bazen egoistçe bir davranış gibi algılanabilse de, uzun vadede, başkalarına el uzatma ve yardım etme güçleri katbekat artmış oluyor); yaşamın geçiciliğini kucaklayarak bırakılması gerekenleri zamanı gelince bırakabiliyorlar; hayallerine inanıyor ve cesurca tutkularının peşinden koşuyorlar; hayata cömertçe yaklaşıyor ve parayı dünyalarının merkezi haline getirmiyorlar (çünkü verdikleri kadar kendilerine geri döneceğinin bilincindeler); kimseye kendilerini beğendirmeye çalışmıyorlar; reddedilmeyi kişisel algılamıyor, onları daha iyi şeylerin beklediğine inanıyorlar ve insanları yargılamadan, herkesi eşit görüyorlar.

Mutluluk, aslında günlük bir alıştırma, kendimize öğretebileceğimiz bir zihin durumu  bana göre. Tıpkı kilo vermek gibi… Nasıl kilo vermek isteyince egzersiz yapmamız, yediklerimize dikkat etmemiz gerekiyorsa;  uzun soluklu mutluluğu yakalamak için de benzer şekilde, mutlu olmayı kendine öğretmek ve her gün pratik etmek esas olan...

Mutluluk, başımıza gelen bir şey değil de; öğrenilebilecek ve pratikle arttırılabilecek bir şeyse, mutlu insanların çoğu zaman tesadüfen mutlu olmadığını, bunun için emek sarf ettiklerini rahatlıkla görebiliriz. Tıpkı formda ve sağlıklı olan insanların çoğunun bunun için zaman ve emek harcadıkları gibi…

Sizlerle bu hafta hem deneyimlerimden yola çıkarak, hem de gözlemlediğim kadarıyla mutluluk üzerine fark ettiğim bazı noktaları paylaşacağım.

  • Şikayetlerin yerine çözümleri koymaya odaklanmak.

Tüm şikayetçi olduğunuz konuların bir listesini yapın. Karşılarına da ne kadar süredir bu konudan şikayetçi olduğunuzu yazın. Sonra kendinize sorun, “bu kafa haliyle, yarı hasta mı yaşamak istiyorum, yoksa problemlerime bir çözüm mü bulmak istiyorum?” Çözüm bulmak istediğiniz ve dikkatinizi çözüme yönelttiğiniz anda, bir şeylerin değişmeye, dönüşmeye başladığını fark edeceksiniz.


·       Hayata inanmak ve güvenmek.

İşler ters gittiğinde, aslında hayat bize yamuk yapmıyor. Ya görmemiz gereken bir şeyi yıllarca görmedik ve mesajı daha yüksek bir sesle veriyor, ya da ödememiz gereken bir bedel vardı, onu ödüyoruz... Gevşeyin. Hayat sizi çok seviyor. Hayatla dost olun. Onun tek istediği sizin gerçek mutluluğu yakalamanız... Bunun için de işaretler veriyor... Yaşamı dost alın yanınıza ve “neyi görmem gerekiyor?” diye sorun. Hayatla bu iletişiminiz cevaplara götürecek sizi...  

·       “Ben ne istiyorum?” “Neye ihtiyacım var?” sorularını sıklıkla kendine sormak ve aldığı cevapların gereğini yapmak.

Bu sorular, insanı kendine döndüren kilit sorular. Çoğu zaman gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu dinlemeden, haldır haldır koşturuyoruz. Bu koşturmanın sonu, elbette başta yorgunluktan, devamında sürmenaja kadar gidebiliyor. Oysa bu sorular, bir durup, ihtiyaçlarınızı karşıladığınız takdirde, uzun vadede çok daha faydalı olmanızı sağlıyor...

  • Düzenli olarak meditasyon yapmak.

Uluslararası Yaşama Sanatı Vakfı’nın kurucusu ve dünyaca ünlü bilge Sri Sri Ravi Shankar "meditasyon, mutlu olma kararlılığıdır” diyor. Meditasyon, kendinizi dinleyip, daha kolay duymanıza, kendinizle ilgili pek çok şeyi fark etmenize ve kolayca değiştirebilmenize yardımcı olur. Meditasyonla, zihninizi dinlenmeye alırsınız. Bu da sonuç olarak zihnin konsantrasyonunu ve odaklılığını arttırır. Düşüncelerden arınmış, dinlenmiş, rahat ve kolayca odaklanabilen bir zihin, mutlu bir zihindir.

·       Yeniliklere ve eleştirilere açık olmak. Düzenli olarak kendini dönüştürmek.

Dikkat ederseniz, “bu benim yapım” diyerek stabil kalmayan, kendini yenileyen ve sürekli olarak geliştiren insanlar ruhen yaşlanmıyor.

Kalbinizi, her sabah içinizden yeni bir siz yaratmak için açın. Çocuksu bir merakla, kendinizi yenileyin. En sık aldığınız eleştirileri dikkate alarak başlayabilirsiniz mesela...

·       Gönlünü şen tutmak.

Etrim Köyü’nde Ummuhan Teyze’yle, halı dokuyan Ayten hakkında konuşuyordum. “Ne kadar dinamik, ne de güleryüzlü” dedim Ayten için. Ummuhan Teyze, “67 yaşında o”, dedi, “torunlarını evlendirecek haftaya. Ama gönlü şendir onun. Genç durur.” dedi...

  • Sağlığa özen göstermek.  

Zihin, beden ve ruh sağlığını korumak, sağlıklı beslenmek, düzenli egzersiz, yoga, nefes ve meditasyonu yaşamınıza katmak, yaşam enerjinizi ve yaşamınızın kalitesini arttırır. Yüksek enerji, yaşamınızın yönünü mutluluk istikametine çevirir.  

  • Korku, endişe, kıskançlık, hırs, umutsuzluk gibi olumsuz duyguların
yaşamınızın kontrolünü ele almasına izin vermemek, cesaret ve kararlılıkla yürümek

Hepimiz gün içinde pek çok olumsuz duygu yaşıyor, hissediyoruz. Fakat önemli olan bu duyguların bizi ve hayatımızı ele geçirmesini ve kendini zavallı gibi görmeyi önlemek.

"Morrie ile Salı Günleri" Mitch Albom'un; hastalığıyla başa çıkarken,  mutluluğundan, motivasyonundan ve verimliliğinden ödün vermemeye kararlı Morrie'nin (gerçek) hikayesini anlattığı kitabı. Okumanızı ya da filmini izlemenizi öneririm.  

Mutluluk, insan sağlığını çok önemli ölçüde etkileyen, son derece kilit bir konu... Gerçek anlamda zihin, beden ve ruhumuzu sağ ve sağlıklı tutmak istiyorsak, mutlu bir yaşam sürmeye odaklanmalıyız. Hem, pozitif insanlarla çevrili olmaktan zevk almıyor muyuz çoğumuz? Kim sürekli şikayet eden, stresli ve olumsuz kişilerin yanında uzun süre vakit geçirmek ister ki? Mutlu bir yaşam hepimizin en doğal hakkı elbette... Türkiye’nin ise mutluluk anketlerinde ön sıralarda olduğu pek söylenemez... Hatta tam tersi, bir hayli gerideyiz... Mutluluk da kendimize öğretebileceğimiz bir zihin hali olduğuna göre, haftaya da mutlulukla ilgili tüyoları yazmaya devam edeceğim...