Yoğun bir iş temposunun içindeyiz.
Bilgisayar başında ve trafikte geçen saatlerin haddi hesabı yok. Eve yorgun
dönüyoruz fakat bu yorgunluğun kaynağı fiziksel olarak çok yorulmuş olmak
değil; zihinler çok yorgun. İş stresi bitiyor, ev stresi başlıyor. Çocuklar,
okul, yemek, ödevler...
O kadar çok düşünce var ki aklımızda!.. Geçmiş,
gelecek, geçmiş, gelecek... Zihnimiz savrulup duruyor.
Geçmişi düşününce özlem, pişmanlık veya
öfke hissederken; geleceği düşünürken bazen umut doluyoruz; bazen de korku,
kaygı veya endişe duyuyoruz. Bütün bu düşünceler, dikkat ederseniz fiziksel
etkileriyle birlikte geliyor. Kaygı, telaş, korku, öfke başımızda, beynimizde,
karnımızda, midemizde sırtımızda olmak üzere vücudumuzun çeşitli yerlerinde
toplanıyor ve bize fiziksel ağrı ve hastalıklar olarak geri dönüyor.
Genellikle seminerlerde en çok
karşılaştığım şikayet boyun, bel, eklem, omuz ve sırt ağrılarıyla güne uyanmak
ve gün boyunca bu ağrıların devam etmesi. En şiddetli zihinsel ağrımız ise
stres.
Doğduğumuzdan bu yana, pek çok şey öğrenmiş
olsak da; ne aile içinde, ne de okul hayatında bir konuya çok fazla
değinilmedi; o da sanırım cevabı tam olarak bulunamadığı için: Olumsuz duygu ve
düşüncelerle nasıl başa çıkılabileceği... “Anne korkuyorum!” “Korkma canım, ne
var korkacak?..” “Peki sen hiç korkmuyor musun anne?” “... Yemeğini ye...”
Bir sürü formül ezberledik ama öfke, korku,
kaygı, telaş ve takıntı başta olmak üzere tüm streslerimizden nasıl
kurtulabileceğimizin formülünü kimse bize ezberletemedi... Bilinmiyordu çünkü... Rehberlik ofisine dert
anlatmaya gidip; defalarca kendimi dert dinlerken bulmuşluğum vardır...
İçimizde halledemediğimiz bu duygular zaman
içinde, çocukken neredeyse tamamına yakınını kullandığımız akciğer kapasitemizi
azalttı ve biz stresli bir hayatın kısa ve kesik nefesleriyle devam ettik hayata.
Olumsuz duygularımız bizi fiziksel ve
sinirsel olarak da etkiledi. Hatta insan
psikolojisinin bağışıklık ve sinir sistemi üzerindeki etkilerini araştıran
yeni bir bilim dalı ortaya çıktı: Psikonöroimmünoloji. Kısaca, stresin vücutta
biriktiğini, uzun ve orta vadede sinir sistemini ve bağışıklık sistemini
etkilediğini deneylerle açıklıyor: Duruş bozukluklarından, omurgayla ilgili
problemlere; çeşitli fiziksel ağrılardan depresyon ve panik atağa dek...
Dikkat ederseniz bütün duyguların nefeste
karşılık geldiği bir ritim var. Stresli
zamanlardaki nefesinizle, mutlu ve keyifli olduğunuz zamanki nefesiniz aynı
mı?.. Stresliyken nefesimiz kısa ve kesik kesik olur. Huzurlu anlarımızda
ise uzun ve derin. Zihnimize zihin seviyesinden emredemiyorsak bile, nefesi
doğru kullanarak ve akciğer kapasitesini arttırarak bunun mümkün olduğuna ben
on sene önce üniversitedeyken şahit oldum. Üniversitede hasbel kader katıldığım,
kökenini yogadan alan 15 saatlik bir program olan “Art of Living Nefes Alma
Sanatı Programı” ve orada öğrendiğim teknikler sayesinde yaşamı daha kaliteli
ve daha büyük bir zevkle yaşamaya başladım. Hindistan, Yeni Zelanda ve Güney
Afrika’da katıldığım yoga, nefes ve meditasyon eğitimleri sayesinde, tekrar
yaşamaya başladığımı hissettim. Başka bir deyişle, yaşamayı yeniden öğrenmeye
başladığımı...
Yoga, esasında 5.000 sene önce
Hindistan’dan gelen evrensel bir bilgi ve bilgelik yolu. Sağlıklı ve mutlu bir
yaşamın formülünü anlatır. Yoga, sadece fiziksel hareketler değildir; hatta
fiziksel hareketler yoganın çok ufak bir parçasıdır.
Yoga, sadece mat üzerinde tayt giyerek
uygulanmak zorunda da değil... Ofiste ceket ve kravatla, iş kıyafetlerinin
içinde de yapılabilir. Bulunduğunuz yerde, birkaç derin nefes alıp vermek, 3-5
dakikalık nefes egzersizleri, 15 dakikalık nefesle senkronize yapılan esneme
hareketleri ve ardından 5 ila 10 dakikalık bir meditasyonla, hem ağrılardan
kurtulmak ve enerji dolmak, hem de zihne berraklık ve konsantrasyon kazandırmak
mümkün. Yoga’nın mucizesi de bu zaten... Kısa zamanda, kesin ve etkili sonuç
vermesi.
(Bu yazı, Sri Sri Ravi Shankar’ın
bilgilerinin ilhamı ve ışığında yazılmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder