31 Ocak 2015 Cumartesi

Koşarken...



Korkularımızın, endişemizin merkezinde yatan duygu, “ben yeterli değilim” ve “yeterince “x” yok” (para yok, zaman yok, vb…) Bu darlık ve yetersizlik hissi, bizi bir korkudan diğerine, bir endişeden ötekine sürüklüyor. Enerjimizi yiyor.
İstanbul gibi zamanın hızlı aktığı, koşturmaca ve stres dolu bu şehirde, bu his bir kara bulut hakimiyetiyle geliyor: kalbimizi biraz daha sıkıştırarak, biraz daha ruhumuzu bedenimizden koparırcasına…

Bu darlık hissi içinde yıllarca kalıp, darlanıp, atarlanabiliriz. Hatta “herkes zaten böyle” diyerek, kulp da bulabiliriz. Ya da bol bol olana odaklanıp, hayatı kendimize cennet edebiliriz.

Şan, şöhret, milyonlar içinde bile bazı insanlar hep daha fazlasını talep ederek, elindekilerin değerini hiç bilmeden, keyfini süremeden, aklı hep başka yerde, fakir fukara, yokluk içinde yaşayıp gider. Sonu yok ki arzuların…

Bir yandan o ara ara uğrayan içimizdeki izbe karanlık… Mutsuzluğun, yokluğun temellerindeki “işe yaramama” duygusu… İşe yaramadıkça da savurmaya, tüketmeye verişimiz kendimizi… Aldıklarımızın kimliğimiz haline gelmesi adeta…

Ne muhteşem olduğumuzu hissetmek, duymak istiyoruz elbette. Bunun yollarını
aradığımızdan masumca aslında bu hallerimiz… Fevkalade hissetmek, çok doğal bir içgüdü. Muhteşemiz çünkü. O muhteşemliğe gebeyiz de; ne yapıyoruz o görkemli varlığı doğurmak için?

Hayatın bize verdikleri karşısında, KDV’mizi ödüyor muyuz? Sağlığımıza, bize verilmiş o fiziksel tapınağa iyi bakıyor muyuz? Varlığımızı paylaşıyor muyuz? Yaşadığımız çevreye bir faydamız var mı? Sıkıntılarımıza çözüm arıyor, iyiliğimize yatırım yapıyor muyuz? Yoksa sık sık şikayet ederek, dedikodu yaparak düşünce kirliliği mi yaratıyoruz?..

Hani o gömdüğün kumda ısınan ayaklarından zevk almak? Ya kafan boş, mavi sulara dalmak?.. İçin huzur dolu bir kitaba gömülmek? Bir konsere gidip için geçercesine dinlemek… Rüzgarın yüzüne üflediği serinliğin yanaklarını yaktığını hissetmek… Bir nefes doldurmak ciğerlerine ve dolu dolu “oh!” demek… Küçük bir çocuk gibi ağız dolusu kahkahalar atmak sevdiklerinle… Ayaklarının yerden kesilmesi kalbine değen her nefesi hissederken… Özgürce garip olmak… Kendin olmak… Memnuniyet… En çok hastanelerden çıkınca hissedilen, şükran…


Nasıl mı?.. Yazacağım.

30 Ocak 2015 Cuma

Konfor Alanı Zırvası


Şu konfor alanı denen nane var ya; aslında hiç de konforlu değil. Aman hem de bir konforsuz bir konforsuz… Alışkanlık olduğu, uzundur süre geldiği, biz onu konforlu sandığımız için adı konfor alanı. 
Korkularımız örneğin. “Korkunun konforu mu olurmuş efendim!” demeyin. Olur pekala. Bilinçaltımız bir ara tahrik olup bir şeyle bir şeyi bağlamış, “böh!” bizi korkutmuş. Biz de yıllar yılı inanıp korkmuşuz. Gelecekten korkutmuş, aşktan, sevgiden korkutmuş, yalnızlıktan, ölümden korkutmuş. Korktukça başımıza gelmiş. Şimdi siz söyleyin, korkularla yaşayıp gitmek mi kolay, yoksa kalkıp yöntemlerini arayıp, kendinle yüzleşip bundan kurtulmak mı? 
Ya da sağlıklı beslenmek ve spor yapmayı ele alalım. Çoğumuzun yapmak isteyip, hayata geçiremediği, ya da bir süre geçirdikten sonra vazgeçip eski alışkanlıklarına daldığı konu. Kendine bakmamanın esas sebebini keşfedip, altında yatanları dışarı çıkarıp bünyeden atmak, o döngüden çıkmak esas zor olan; kalmak değil içinde… 
Ya da içinde mutsuz olduğun bir hayat sürmek ve bundan şikayet etmek kolay. Annemiz, anneannemiz, hatta nenemizden miras bize… Bırakmak zor. Alışkanlıklardan vazgeçmek, belki de yeniden başlamak zorunda olmak… Oysa güçlü tarafına yatırım yapmak sana sorumluluk yükleyecek, elini taşın altına sokman gerekecek… 
Hayatta tutunduklarımız arasında, para, prestij, arkadaşlar, elalem… En kolay bıraktığımız, kendimiziz… Hep en son bizim ne istediğimiz geliyor… İçimizde kurtulmak için çırpınan bir kuşla, onu hergün kafesine tıkıp terkeden biz… 
Konfor alanı, bizim kendimizi içine hapsettiğimiz ufak dünyamız. Oysa onun ötesinde sırlarla dolu, nasıl bir neşeli ve özgür bir alem var bir bilsek…

29 Ocak 2015 Perşembe

Bugün, Gülümseyin


Bugün, gülümsemenizi yüzünüzden hiçbir kuvvet alamasın. İzin vermeyin. 
Bunun için, sadece bir günlüğüne bakış açınızı değiştirmeniz yeterli. Negatif yanınızı bugün hiç beslemeyin. Bırakın aç kalsın. 

Ters bir olay mı yaşadınız? Bir tane iyi şey olsaydı o olaydan çıkaracağınız, bu iyi şey ne olurdu? 
Biri tepenizin tasını mı attırdı? Kimbilir ne dertleri var sizin bilmediğiniz?
Bütçe sıkıntısı mı yaşıyorsunuz? Yokluktan başınızı kaldırıp çözüm bulmayı deneyin. Enerjiniz mi kalmadı, yıldınız mi? Yılmayın. Enerjinizi yükseltmenin yollarını arayın. 
Sağlığınıza sağlık katın. Yoganızı, nefesinizi, meditasyonunuzu ihmal etmeyin. Suyunuzu için.

Kilonuz mu fazla? Strese girmeyin. Nasıl olsa vereceksiniz. Bundan emin olun. Önce kendinize bir sarılın, sonra bedeninize, onu sağlığına kavuşturacağınıza dair söz verin. Onu sağlıklı besleyin, sporunuzu yapın, forma gireceğinize inanın. Sabırlı olun. 

Hayatınızdan memnun değilseniz, çok şanslısınız. Size beyaz bir sayfa açma fırsatı değişmek, hayatınızı değiştirmek için. 

Her olay, o kişiye/kişilere ve olaya/olaylara bakışımızı değiştirmek, kendimizi yenmek için bir fırsat. Siz rahatsız olmadıkça, dengenizden şaşmadıkça o olaylar ve insanlar etkisizleşerek, sizi yavaş yavaş terkedecekler. 

"Yok bugün spor yapma", "aman da boşver hamburger ye", "sağlıklı beslendin ki ne olacak", "şikayet et", "hiçbir sey değişemez zaten", "öf pöf, baydım"; "haydi kendimizi alışverişe vuralım", "yukardaki bir de bizi görse keşke", "onlar suçlu ben masum ve çok mahsunum", "ah vah zavallı ben", "peki bana ne olacak"..." Bu liste uzar da gider… 

Yıllar yılı kurban olabilirsiniz. Fakat bu rol sizi güçsüz kuvvetsiz kılmaktan başka işe yaramaz. 
Sizi sabote eden tarafınızı dinlemeye ne kadar daha devam etmek istiyorsunuz? Ona ne kadar daha inanacaksiniz? İçinizdeki kıdemlı tarafı daha ne kadar bastırmak istiyorsunuz? 

Bütün bu gizli oyunun tek bir zorluğu var: Konfor alanından çıkmak, egoyu kırmak ve değişmek. Değişmek. Değişmek. Sizi her daim o konfor alanına çekmek isteyecek sesleri duyacaksınız. Hangisine odaklanır, hangisini daha çok seçerseniz, diğer tarafınız zayıflayacak: Kendinizi seçin. Gerçeğin sesi yumuşak ve sakin olacak. Diğer yanınız ise agresif, acil ve çığırtkan!

Yine de hayat, kaçırmak için çok kısa ve hiçbir şey sizden daha önemli ve değerli değil... Bu sorumluluğu sizi sabote eden tarafınıza veya çevrenizdekilerin inisiyatifine bırakmak için fazla kutsalsınız... 

15 Ocak 2015 Perşembe

Elaleme Açık Mektup


Sevgili işi gücü olmayan elalem ekibi, 

Son günlerde mahallede beni konuşuyormuşsunuz. Kulağıma geldi de, önce biraz üzüldüm. Sonra dedim ki kendime, benim vücudum, benim yaşamım, benim kararlarım sadece beni ilgilendirir.  Dün kimlerle çıkmışım, eve kim mi girmiş çıkmış, o sarışın hanım kim miymiş, efendim bunlardan size ne? 

Bence benimle uğraşacağınız yere kendinize, sizi mutlu edecek hobiler edininiz. Hatta bu hobileri yararlı bir sebebe çeviriniz. Örneğin ördüğünüz battaniyeleri hayvan barınaklarına bağışlamak gibi. (Bu sadece bir örnek, "yok ben battaniye öremem, illa sana saracağım" diyorsanız; o halde size başka hobiler bulalım? Hobi mi yok canım?)  Hayatınızın bir amacı olursa, belki benim peşimi bırakırsınız. 

Hasbenaz Hanım, Fatma Teyze, Ayşe Nine, Mualla Yenge'nin benim hakkımda düşündükleri, benim geleceğimle ilgili vereceğim kararlar hakkında ne söyleyebilir? Hayır, bi kere beni ne kadar tanıyorlar onlar? Sadi enişteyle bir dertleşmişliğimiz mi var? Sadi enişte dertleşmez zaten. Dertlenir. 

Muallah Yenge benim mutluluğumun sorumluluğunu alıyor mu? O zaman, benim mutluluğuma adasın o da hayatını? Bana her sabah masaj yapsın, saçlarımı fönlesin, hayatıma heyecan katsın, yerleri temizlesin ve ayaklarımı yerden kessin. Öyle çok espri yapsın ki gülmekten kırılayım her gün. Niye ben tek taraflı onun mutluluğu için çalışıyorum? 

Neyse. Mahalleli dosyasını burada kapatmak istiyorum. 

Sevgili işten güçten olan elalem ekibi, siz ne biçim bir ekipsiniz yahu? Madem işinizde gücünüzdesiniz, benimle ne alıp veremediğiniz var? İşinizi, eşinizi sevmediğiniz için, kendi hayatınızda aradığınız doyuma, mutluluğa, başarıya ulaşamadığınız için mi dadandınız bana?  

Siz de mutlu olsanız keşke… Ne aradığınızı bir bulsanız… Kendi önünüzden bir çekilseniz keşke… Ve gökyüzüne açılsanız... Başkalarının mutluluklarında gözünüz kalmasa… Başkalarının mutsuzluklarından namalanmasanız… 

Ama n'apalım… Ben sizi değiştiremem. Sadece beni artık sarsamayacağınızı söyleyebilirim. Çünkü ben kendime, kendi mutluluğuma, başarılarıma, hayatıma, aşklarıma odaklanmayı seçiyorum. Siz de bunu seçin. Başkalarının mutlulukları sizi mutsuz etmesin… 




13 Ocak 2015 Salı

Korkumla Ben-2


Bir önceki "Korkumla Ben" yazımın devamı… 


5- Korkunuzu elden çıkarın. Kendimizi koskoca evrende yapayalnız hissediyoruz. Dünyanın en akıl almaz yanılgısı. Doğduğumdan beri sebepsiz yere yapayalnız hissettim ben kendimi. Ta ki, öyle olmadığıma ayana kadar. 

Bizim mutluluğumuz, sağlığımız, kendimizi özgürce yaşayabilmemiz için bütün evren seferber olmuş, yardım istememizi bekliyor. Biz tutturmuşuz bir yalnızlık türküsü, söyleyip duruyoruz dilden dile asırlardır… İlk kimden çıkmış bilsem; soracam hesabını! Değerli üstad Metin Bobaroğlu demişti bir konuşmasında; (ben şimdi burda hatırladığımı, benim kulağımdan geçip kalbime varanı yazıyorum tam kelimelerini değil) "bir şeye yeterince kişi inandığında kültür olur" diye. Artık "kültür" şapkası altında inandırıldıklarımızın kaçı doğru, kaçı yalan siz düşünün… (Bir sonraki yazım "Elaleme Açık Mektup"a altlık yapıyorum buradaJ)

Madem kendi kendinize başa çıkamıyorsunuz, Tanrı'ya, doğaya, Budaya, toprağa, meleklere, suya verin. Bırakın, gerisini onlar düşünsün… 

6- Korkunuzu kabul edin. Farkedin. Onu bir akşam sofranıza davet edin. Yüzleşin.

7- Korku, sevginin olmadığı yerde varolabilir. Gelecek korkunuzu gelecek sevgisiyle, yaşlanma korkunuzu bilgelik sevgisiyle, ilişkilerle ilgili korkularınızı kendinize olan sevginiz ve güveninizle değiştirin

8- El mi yaman bey mi yaman- Babamın bana çok küçükken, yazılıdan korktuğumda öğrettiği bir teknik. "Yazılı senden korksun! Sen ne diye yazılıdan korkuyorsun?" 

Odaklanın! 

Kara kurtla beyaz kurtun hikayesi vardı.

Özetle, bir kara kurt varmış bir beyaz kurt. Kara kurt kötüymüş, beyaz kurt iyi. Dedesi torununa demiş ki, "hangisini beslersen o büyür." O hesap yani.  Hikayenin tamamını bu sitede buldum, okuyabilirsiniz. J http://www.kalbimcity.net/tag/siyah-beyaz-kopek-hikayesi 

Evet korku büyük ve gerçek gibi görünebilir. Fakat daha büyük ve gerçek olan bir şey var: Biz. Hangisine odaklanmaya karar verdiğiniz, herşeyi değiştirir. Kara kurta mı beyaz kurta mı? “Tulumba, orda olduğunu biliyorum. Sen koltukta biraz takıl, ben biraz işime gücüme bakacağım.”

9- Bu korkuyu yendiğiniz zaman neler olacağını düşünmeye başlayın. Neler değisecek hayatınızda? Bu korkunuz olmadığı zaman kim olacaksınız? Neleri farklı yapacaksınız? Nasıl yürüyecek, nasıl konuşacaksınız? 

10- Korktuğunuz zaman fiziksel hislerinizi fark edin. Bedeninizi gözlemleyin. Kalp atışlarınızı farkedin. Ve hiç çekinmeden şu soruyu sorun? “Peki ya öyle olursa?”
Ölümden mi korkuyorsunuz? Kaçınılmaz. Hepimizin başına gelecek. Korkarak ve hergün biraz biraz ölerek mi devam etmek istersiniz, yoksa nasıl olsa öleceğinizi bilerek, yaşamdan yüzde yüz zevk alarak mı? Madem çok korkuyorsunuz, o zaman ölümü araştırın. Yaşamınızı daha anlamlı bir hale getirin. Başarısız olmaktan mı korkuyorsunuz? Evet, ya başarısız olursanız ne olacak? Bir sürü başarısızlık örneği var. Bakış açınıza bağlı olarak başarısızlıklarınızdan çok şey öğrenebilirsiniz. Şu NLP varsayımını benimseyebilirsiniz:  "Kaybetmek diye bir şey yok. Herşey sadece bir geribildirim." 

Adım 1: Korkunuzu kabul edin: Başarısız olmaktan korkuyorum.
Adım 2: Onunla yüzleşin: Başarısız oldum diyelim, o zaman ne yapacağım?
Adım 3: Korkunuzun karşısına çözümlerle çıkın. (O zaman korkunuz gücünü biraz daha kaybeder.)
-       Başarısız olursam, nerde başarısız olduğumu farkedip, yeniden deneyeceğim.
-       Başarısız olursam, vazgeçmeyeceğim.
-       Başarısız olursam, başka bir alan seçeceğim.
-       Başarısız olursam, kahkahalarla güleceğim. E çok komik. Sonra da bir kaybedenler kulübü kuracağım. Birlikte güleriz.
     Başarısız olursam, bu benim değersiz olduğum anlamına gelmez. Belki zamanı değildi.
-       Başarısız olursam, başarısızlık hikayelerinin nasıl başarıya dönüştüğüyle ilgili başarı hikayelerini okuyacağım. 



(Bu yazıyı yazarken, Sri Sri Ravi Shankar, Chris Ramey, Brendon Burchard ve Josh Pais'in bilgi ve bilgeliklerinden ilham aldım.) 




Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com 

11 Ocak 2015 Pazar

Korkumla Ben


Korkulaar,
Korkulaaaaar
Yine gözümde canladılaaar...
Gelecek korkusu, ölüm korkusu, aşk korkusu, parasızlık korkusu, yeterince iyi olmama, yargılanma, elalem korkusu…  

Ay hepimizin bazı bir takım korkuları var. "Ben hiçbir şeyden korkmam" diyenler, daha o şeyle karşılaşmadılar büyük ihtimal. "Büyük lokma ye, büyük söz söyleme" diye boşuna dememiş büyüklerimiz. Bence büyük lokma da yeme de; e çirkin görünüyor çünkü… Neyse...
Önemli olan hiçbir şeyden korkmamak değil zaten. Bir miktar korku, soğuk havada battaniye gibi bizi korur. "Bana birşey olmaz, ben korkmuyorum" diye hız limitini aşarak tam gaz gidersen, toslarsın Allah (evren) muhafaza… Korkunun bize lazım olan miktarını koy cebe bi' kere.
Biz, önümüze perde, ayağımıza bağ olan, bizi şu olduğumuz yerden bir yükseğe sıçratmayan ve o muhteşem potansiyelimizi yaşamamıza engel olan korkularımızdan bahsedelim… İşte o korkularımızla bir kaç adımda nasıl başa çıkabiliriz? Ben okuduğumu, bildiğimi, öğrendiğimi, yaşadığımı, gördüğümü paylaşayım da üstümde kalmasın hele...  

1- Yalnız değilsiniz. Herkesin korkuları var!! Yehuuu! Bir ara bi korku partisi mi düzenlesek?! Marie Forleo parti yapıyor bir programında korkularıyla çok komik :)) 


2- Korkularınızı tanıyın. Tam olarak nelerden korkuyorsunuz? Çoğu zaman hadi gitsinler diyoruz ama tam da kabul edip tanımayabiliyoruz onları. ("Bazı bi' takım korkularım" var. Hangi korkuların var?) 


3- "Ben korkularım değilim." Korkunuzla kendinizi kimliklendirmekten vazgeçin. Yani, "bu zihnimdeki sesler (gelecekte ne olacak? ya başaramazsam? yalnız kalırsam vb.) ve bu vücudumda "korku" olarak oluşan his, "ben" değilim. Hatta, onu kendinizden ayırmak için, korkunuza bir isim bile takabilirsiniz. Burda şimdi korkunuza "tulumba" diyelim. Korkuyu her deneyimlediğinizde "a tulumba sen mi geldin?" diyebilir ve onu gözlemleyebilir, onunla dalga geçebilirsiniz. "Sarı saç sana hiç yakışmamış, pantolonun patlamış" gibi… Elalem korkunuz varsa mesela, elaleme de güzel meze olur. "Delirdi bu iyice" derler. Ama tabii, bunu gizli gizli odanızda kendi kendinizeyken yaparsanız, o zaman elalemin haberi olmaz. :P


4- İletişim. Korkular bizde hoş hisler yaratmıyorlar pek tabii, ama "kötü bu gitsin", demek yerine onu koltuğunuzun altına alıp, şunu sorun "Tulumba, benim neyi bilmemi istiyosun? Bana ne anlatmaya çalışıyorsun?" ("Derdin ne olm senin?!" değil ama) 


Size bünyenizin vermeye çalıştığı mesajı aldığınız zaman, frekansı azalacaktır.  (Hastalık korkusu, bir süredir ihmal ettiğiniz sağlığınıza iyi bakmanızı istiyor olabilir sizden. Ölüm korkusu, hayatı doya doya yaşamadığınızın bir sinyalini veriyor olabilir veya yalnızlık korkusu kendinizde dost olmanızı ve onu çok sevmenizi öğütlüyor olabilir.) Bu, bu demektir değil. Sadece her korkunun size özel bir uyarı mesajı var. Burası kesin. 


İçimden bi ses, vakit darlığından birazdan okumayı bırakacağınızı söylüyor. Sizi sıkmamak için burda kesiyorum. Devamını yarın yayınlayacağım. :)) 


(Bu yazıyı yazarken, Sri Sri Ravi Shankar, Chris Ramey, Brendon Burchard, Marie Forleo ve Josh Pais'in bilgi ve bilgeliklerinden ve Ahmet Selçuk İlkan'ın şarkı sözlerinden ilham aldım.) 





Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com 

7 Ocak 2015 Çarşamba

Sabah sabah!



Bazı sabahlara “bugün benim günüm!” diye şipşak tiptop uyanıyoruz, bazılarına “nayııır, nalet olsun!” diye diye kendimizi yataktan sökercesine…

Sabaha uyanmamızda o geceki uykunun, bir önceki gecenin, günün veya aldığımız bir haberin etkisi olabilir pek tabii. Ama uyandığımız gibi günü devam ettirmek zorunda da değiliz. Sabahları nasıl uyanırsanız uyanın, tiptopsanız, enerjinizi yükseltmek ve devam ettirmek için; yok huysuz ve naletseniz; o huzursuz ve huysuz halinizi değiştirmeniz için size bir kaç tüyo verebilirim. J

-   Huysuz uyanmışsanız, herşeyden önce kendinize şu soruyu sorun : "Ben bugüne böyle devam etmek istiyor muyum, yoksa duygularım üstünde hadi bugün biraz kontrolüm mü olsun?" Aldığınız cevaba göre, aşağıdan okumaya devam edebilirsiniz. 

a) Böyle devam. Nokta. 

b) Hadi değiştirelim: 

-       Harıl harıl su için (yarım ila bir litre) Efendim? Mideniz mi bulanıyor su içmekten sabah sabah? İyi, o zaman önce bir bardakla başlayın, yavaş yavaş arttırın… Enerjinizi yükseltir.

-       Bir kaşık bal ile bir limonun suyunu sıkıp için. Ekşi, mekşi inanılmaz enerji veriyor. 

-       Uyanır uyanmaz yatağa oturun, 10 dakika gözlerinizi kapatın, derin derin nefes alın ve nefesinize odaklanın. Huysuz uyanmışsanız, her nefeste “ya sabır” da çekebilirsiniz.  Meditasyonunuzun son 2 dakikasında, o anda hissetmek istediğiniz duyguyu kendinize hissettirin. Hadi bunu başarabilirsiniz. 

-    Canınız istese de istemese de en sevdiğiniz müziği koyun, deliler gibi dans edin. Ev ahalisinin ne düşüneceği inanın beni ilgilendirmiyor. Sizi de ilgilendirmesin. Uyuyorlarsa, siz de kulaklıkla müziğinizi dinler, sessiz sessiz, efendi efendi dansedersiniz.  

-        Minik dansınızdan veya zıplaya zıplaya biraz ısındıktan sonra, 2 ile başlayıp, her gün biraz biraz arttıra arttıra güneşe selam yapın (Yoga dersinde ilk öğreneceğiniz serilerden biri). Bilmiyor musunuz? Yoga öğretmeninize veya bilen birene sorun, size gösterir. 

-       Kendinize her sabah yeşil su sıkın. Üzüm, elma, maydanoz, dereotu, fesleğen, nane, hıyar, marul, kereviz, roka, yeşil ne bulursanız atın içine. Vaktiniz mi yok? Bi’ hizmetçi tutun. Şaka şaka, akşamdan hazırlayın, buzdolabına koyun o zaman. Hadi bilemedin hergün değil de, en huysuz sabahlarınıza enerji versin diye sıkın.