Korkularımızın, endişemizin merkezinde yatan duygu, “ben
yeterli değilim” ve “yeterince “x” yok” (para yok, zaman yok, vb…) Bu darlık ve
yetersizlik hissi, bizi bir korkudan diğerine, bir endişeden ötekine
sürüklüyor. Enerjimizi yiyor.
İstanbul gibi zamanın hızlı aktığı, koşturmaca ve stres
dolu bu şehirde, bu his bir kara bulut hakimiyetiyle geliyor: kalbimizi biraz
daha sıkıştırarak, biraz daha ruhumuzu bedenimizden koparırcasına…
Bu darlık hissi içinde yıllarca kalıp, darlanıp,
atarlanabiliriz. Hatta “herkes zaten böyle” diyerek, kulp da bulabiliriz. Ya da
bol bol olana odaklanıp, hayatı kendimize cennet edebiliriz.
Şan, şöhret, milyonlar içinde bile bazı insanlar hep daha
fazlasını talep ederek, elindekilerin değerini hiç bilmeden, keyfini süremeden,
aklı hep başka yerde, fakir fukara, yokluk içinde yaşayıp gider. Sonu yok ki
arzuların…
Bir yandan o ara ara uğrayan içimizdeki izbe karanlık…
Mutsuzluğun, yokluğun temellerindeki “işe yaramama” duygusu… İşe yaramadıkça da
savurmaya, tüketmeye verişimiz kendimizi… Aldıklarımızın kimliğimiz haline
gelmesi adeta…
Ne muhteşem olduğumuzu hissetmek, duymak istiyoruz
elbette. Bunun yollarını
aradığımızdan masumca aslında bu hallerimiz… Fevkalade
hissetmek, çok doğal bir içgüdü. Muhteşemiz çünkü. O muhteşemliğe gebeyiz de;
ne yapıyoruz o görkemli varlığı doğurmak için?
Hayatın bize verdikleri karşısında, KDV’mizi ödüyor
muyuz? Sağlığımıza, bize verilmiş o fiziksel tapınağa iyi bakıyor muyuz?
Varlığımızı paylaşıyor muyuz? Yaşadığımız çevreye bir faydamız var mı?
Sıkıntılarımıza çözüm arıyor, iyiliğimize yatırım yapıyor muyuz? Yoksa sık sık
şikayet ederek, dedikodu yaparak düşünce kirliliği mi yaratıyoruz?..
Hani o gömdüğün kumda ısınan ayaklarından zevk almak? Ya
kafan boş, mavi sulara dalmak?.. İçin huzur dolu bir kitaba gömülmek? Bir
konsere gidip için geçercesine dinlemek… Rüzgarın yüzüne üflediği serinliğin
yanaklarını yaktığını hissetmek… Bir nefes doldurmak ciğerlerine ve dolu dolu
“oh!” demek… Küçük bir çocuk gibi ağız dolusu kahkahalar atmak sevdiklerinle…
Ayaklarının yerden kesilmesi kalbine değen her nefesi hissederken… Özgürce
garip olmak… Kendin olmak… Memnuniyet… En çok hastanelerden çıkınca hissedilen,
şükran…
Nasıl mı?.. Yazacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder