27 Nisan 2017 Perşembe

Şu 'Mutluluk' Olayını Fazla mı Abartıyoruz Ne?

Babam, ruhaniyet, dinler ve kişisel gelişim konularına kafa yoruyor bu aralar. Bizim için ilginç bir hal… Babamı tanısanız, sizin için de ilginç olurdu. Evde maruz kaldığı on beş senelik ruhani titreşim onu da sarmalına aldı sanırım en sonunda. Sonu gelmez bir eşelemeye dalmış olması ve ara sıra bana ‘sen geçen gün tatsız uyandın, demek ki daha Muhammedi makama gelmedin’ gibi yorumlar yapması bizim için iyi mi oldu kötü mü oldu onu bilemiyorum, ama onun bu hali hoşuma gidiyor. Annemin sağlık sektörünü, eşimin dinde doğru bilinen yanlış ezberleri al aşağı eden, benimse bir empat bedeninin içinde, garipseyerek başladığım hayatımı ve onun da katkılarıyla daha başka bir gerçeklik arayışına girdiğimi anlattığım kitaplarımızı, çok kitap okuyuculuğuna ve acımasız yorumlarına güvenerek ilk ona okutmamızın da etkisiyle ‘bu konulara’ iyice maruz kaldı babam. Dün akşam bana ‘Arzu,’ dedi, bence ‘mutlu musunuz?’ diye değil, ‘huzurlu musunuz?’ diye sormalısın insanlara.

Bu konu üzerine düşünüyordum ben de bir zamandır. Aslında, yakın zaman önce bir arkadaşımın evinde düzenlediği yemekte, yeni tanıştığım birinin sohbet esnasında, ‘mutluluk bence biraz fazla abartılıyor’ sözleri üzerine başladı bu düşünce dizimim. O’na göre, Disney filmleri mutluluğa özendirmeye başlamış insanları. O, bunu söylemeden önce, tüm seminerlerimde ‘yaşamdan ne bekliyorsunuz?’ soruma aldığım en popüler cevaplar ‘mutluluk, huzur, sağlık ve para’ olmuştu. Mutluluğun ‘fazla abartıldığı’ düşüncesi kafamı pek meşgul etmemişti açıkçası. Hatta ve hatta öte kurcalamalarım sonucu mutsuzluğun da gerekli olduğu, mutsuz değilsek sanatın da ortaya çıkamayacağı düşünceleri beynimi tırmalamaya başladı. Fazla huzurlu ve mutlu bir ırk olmak işimize gelir miydi ki?

Kelimeler ve tanımlarının büyüsüne inanıyorum ben. Her bir kelime, bir düşünce kalıbı aslında. Bu kalıplar birleşerek bizim dünya görüşümüzü şekillendiriyor. Yaşam algımızı, bir sonraki davranışımızı, yaşam karşısındaki tutumumuzu, belirliyor. Bu büyünün peşine takılıp, önce ‘mutluluk’ ve ‘huzur’un sözlük anlamlarına bir baktım. Mutluluğun, Türkçe sözlükteki kelime anlamı : Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet. Mutluluğu bu şekilde tanımladığımızda, insanoğlunun mutlu olabilmesi için özlemlerinin de olması gerekiyor. Arzular, özlemlerin peşinde koşup, onları elde ettik mi, bu mutluluk oluyor yani. Huzur kelimesi ise dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık, erinç olarak tanımlanıyor. Yani bu durumda, bizim kültürümüzde mutluluk, dış etkenlere bağlı, huzur ise içsel bir hal olarak anlaşılıyor. Yani huzurunu çaba sarf ederek sağlayabilirsin belki, fakat mutluluğunun dışarıdan gelmesi gerekiyor. Bana sorarsanız, bugünkü genel mutsuzluğumuzu çok iyi açıklıyor bu anlayış. Özgür yaradılışlı olan insan, en doğal hakkı olan mutluluğu dışarıdan beklemek zorunda. Mutlu olmak için yeni özlemler üretmek ve onlara kavuşmak zorunda. Para, başarı, konum, prestij, tanınırlık, bilinirlik, seks, alkol, rock’n roll, özlemini duyduğu şey her ne ise. Sonu gelmez bir karadelik.


Bu şekilde baktığınızda, bizi mutluluğa ulaştıracak olan her şey, geçici ‘anlar’dan oluşmakla beraber, kalıcı bir mutluluk tarifi sözlükte yok.  Geçici mutlulukların yolu belli ama kalıcı olanın varlığından bile belki bihaberiz.

Kadim yoga öğretisi ise huzurun da mutluluğun da dışarıdaki koşullardan bağımsız bir iç hal olduğunu söylüyor. Bir Budist rahibe olan Gen Kelsang Nyema bir Ted konuşmasında ‘eğer huzurlu bir zihin durumuna sahipsek, dışarıdaki koşullardan bağımsız olarak mutlu olabileceğimizden, tam tersine eğer zihnimiz huzursuz ve çalkalanmış ise, dışarıdaki koşullar ne olursa olsun mutlu olamayacağımızdan bahsediyor. Yani bu tanımıyla, huzur da mutluluk da -içerde kilitli de olsalar- bizde. Kilidi açıp oraya ulaşmanın yolunu bilmiyoruz, o kadar. Derinlerde su var, ama kuyuya kovayı atıp su çıkaramıyoruz.

Eşime dün akşam ‘tasavvuf bu kavramları nasıl tanımlıyor?’ diye sordum. ‘Huzur ve mutluluk daha gündelik şeyler, tasavvufta bu ‘zevk hali’ olarak anlatılır’ dedi. Sadece var olduğun için duyduğun zevk… Huzur da bunun içinde, mutluluk da… Nefes aldığın, hayatta olduğun, sadece ve sadece var olduğun için zevk ile dolup taşmak. Orada huzur da, mutluluk da, ilham da var. Hem de tüm arzulardan bağımsız olarak. Peki kaçımız böyle bir halin ‘utopik’ olmadığından haberdar? Ve neden hayattan almayı umduğumuz zevki bir türlü bulamıyoruz dışarıda? Madem bizim en doğal halimiz bu huşu, neden bu en doğal halimiz bize yasak gibi? Bir anlığına hasbel kader kavuşsak bile neden ondan ayrılmak zorundayız? Neden bu hali yeşertmenin, yaşatmanın formülü bizden sır gibi saklandı?

(devam edecek…)  

1 yorum:

  1. "Zevk hali" yerine cosku sanirim daha uygun kelime. Almancasi "Lust"

    YanıtlaSil