1 Ekim 2014 Çarşamba

Sağlıklı Yaşama Serisi 1. Bölüm



Son aylarda sağlıklı yaşama konusunda bir çok kitap okuyor, araştırmalar yapıyorum. Ben araştırmayı sadece okuyarak yapmaktansa; okuduklarımı kendi yaşamıma uygulayarak yapmayı seviyorum. Önce kendi kuşkucu kafam inanmalı ki, yazılarımda ve eğitimlerimde paylaşabileyim...

Eğer siz de “sağlıklı yaşama”, “fit olma”, “kilo verme”, “enerjik ve genç kalma” gibi yeni ve doğru kararlar aldıysanız veya almayı planlıyorsanız (ve tabii elbette gereklerini uygulamaya hazırsanız) son zamanlarda, -aslında yoga ve ayurveda biliminden öğrendiğim kadarıyla son yıllarda çoğunu uyguladığım; ama böyle derinlemesine okudukça, daha da bilinçli ve disiplinli olarak uygulamaya başladığım bir kaç şeyi sizlerle paylaşmak isterim. 

-       Formda ve enerjik olmak, sağlıklı yaşamak; sadece spor yapmak ve sağlıklı beslenmek demek değil; sizi motive eden, ruhunuza iyi gelen uğraşlara ve kişilere de vakit ayırın. İlham ve motivasyon sağlıklı yaşamın en önemli parçası.

-       Sağlıklı ve fit olma hedefini, sadece fiziksel olarak düşünmeyin, ruhunuz ve zihniniz de sizin bütününüzün bir parçası. Onların sağlığı ve formda olması da çok önemli.


-       Zihninizi formda tutmak için çeşitli oyunlar (satranç, go, sudoku, vb.) ve meditasyon size yardımcı olabilir. Aynı zamanda yeni şeyler öğrenmek ve kitap okumak da zihin sağlığı için muhteşem!


-       Kendini keşfetmeye ve hırpalamadan eleştirmeye vakit ayırmak ruhunuzu şenlendirebilir. Evet, belki kendinizle ilgili bazı gerçeklerle karşılaşmak başta huzursuzluk verebilir. Ama eğer kendinizi sürekli evrilen, değişen ve gelişen bir varlık olarak görürseniz, bu özeleştiriler sizi yıkamayacaktır. Aksine, daha gelişmiş bir versiyonunuzu yapılandırmanıza bir fırsat yaratacaktır. Üstadım Sri Sri Ravi Shankar, “eleştiri kabul edebilmek en büyük erdemlerdendir” diyor. Zaten özeleştiri yapıyorsak, muhtemelen gelebilecek olan eleştirilerin de farkında olur, kendimizle daha rahat bir şekilde dalga geçebiliriz. :) 

-       Her gün kendinizi ne kadar sevdiğinizi ve onsuz hiç bir şey yapamayacağınızı (ki bu doğru) kendinize hatırlatarak güne başlayın. Unutuyorsanız, aynaya filan yazın. Erkekler, siz de :) 



-       Sabahları uyanamıyorsanız, daha erken yatın. 8 saatten fazla uyumayın ama.

-       Her sabah güne ½ lt su içerek başlayın. Sabah içtiğiniz su, metabolizmayı harekete geçirir ve vücuda enerji verir.

-       Cildinizin güzelleşmesini istiyorsanız her sabah bir orta boy limonun suyunu sıkın ve bir tatlı kaşığı balla karıştırarak yiyin.

-       Yatmadan 3 saat önce hiç bir şey yemeyin. (Sağlıklı bir şey de yemeyin.) Yatmadan önce sevdiğiniz bir çeşit ılık ve soğuk süt içebilirsiniz. J  

-       Kendinizi aç bırakmayın. Aç kaldığınız zaman, vücut bunu açlık tehdidi olarak algılar ve bir sonraki öğününüzü yağa dönüştürür.

-       Her gün en az 20 dakika yürüyün.

-       Kendinize uygun bir spor yapmaya başlayın.

-       Her gün en az iki çeşit sebze ve iki çeşit meyve yiyin.

-       Su yerine geçer diye veya laf olsun diye çay-kahve içmeyin. Çay ve kahve sayınızı her hafta belli bir oranda azaltın. (1-2 üst limit olana kadar)

-       Paketli abur cuburları ve asitli içecekleri evinizden çıkartın. Çoğunun hiç bir besin değeri yok. Aksine, zavallı sindirim sistemimiz onları öğütmek için kendini parçalıyor.  

-       Kendinize sık sık “ben ne istiyorum?” diye sorun. (Ne yemek istiyorum, ne içmek istiyorum, bu soruya ne cevap vermek istiyorum, ne söylemek istiyorum, vb...)

-       Sağlıklı yaşayacağım diye sağlığınızı tehlikeye atmayın. Sağlıklı yaşamayı takıntı haline getirmeyin.





Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com 

30 Eylül 2014 Salı

Elalem


İnsan, yaşamın akışına kapıldığı zaman, bazı başka diğer şeyleri unutuyor. En başta da kendini!.. “Acaba ben ne istiyorum?” diye sormayalı uzun zaman olmuş. Hangi lokantaya gideceğim, hangi kıyafeti giyeceğim ya da o gün neler yapacağım değil konu; daha derinlerde bir yerde, “ben ne istiyorum?”

Belki bütün gündem maddelerimi değiştirecek, hatta belki yaşadığım yeri, tüm şartlarımı değiştirecek bir “ben ne istiyorum?”

Uzundur içinden çıkamadığım çıkmazlardan beni bir anda çıkaracak, hayatıma hayat katacak, içimi çılgınca bir sevinç ve coşkuyla dolduracak bir hayat kursaydım kendime; nasıl olurdu? “Ben, bana sunulanın dışında ne istiyorum?”

Çoğu zaman “aşk”la özdeşleşir bu duygu. Aşk evet; ama sadece karşı cins olmadan aşk. Kendine olan aşk...

Yalnız kaldığımız anlarda bu soru kulaklarımızda tınımını çınlamaya başlar. Ve bazılarımız o sesi duymaya başladığımız an, savunma duvarlarımızı güçlendirmek üzere buzdolabına yöneliriz. Veya telefona, bilgisayara, televizyona…. Ve ruhumuzun, hayallerimizin sesini kısar, diğer sesleri açarız.  “Bir daha kırılmayayım yeter ki… Yeter ki bir daha kimsenin sözü, hareketi beni incitmesin… Saklanırım buracıkta ben… Her şey normalmiş gibi yaparım…”


İşte bu "normalmiş gibi" yaptığımız için hayatımız dönme dolaba dönüyor. Hastalanıyoruz. Kalbimiz yoruluyor, hayat enerjimiz tükeniyor, ruhumuz daralıyor. Dönüyoruz ama bir yere gidemiyoruz... Çünkü elalem çok şey diyebilir bizim hakkımızda. Elalem ki; hayallerinin sesini kısıp, buzdolabına, televizyonuna, diğer elalem arkadaşlarına, dedikodularına kurban etmiş onları...  

25 Eylül 2014 Perşembe

Sağlık Demişken…


Sağlıklı bir yaşamdan söz ederken birbirinden ayıramayacağımız 3 şey var: 

Sağlıklı Beslenmek (Sanskritçe’de fiziksel beden, “annamaya kosha” yani “yemek    bedeni” olarak ifade edilir. Fiziksel bedenimiz, biz onu neyle beslersek, ona dönüşür.)
- Sağlıklı Düşünmek & Hissetmek
- Sağlıklı Davranmak

Aslında bunların tümü birbirine bağlı. Sağlıklı bir yaşamdan bahsederken, sağlıklı düşünmeyi, sağlıklı hissetmekten ve sağlıklı hareket etmekten ayıramayız. Çoğumuz, fiziksel olarak bir acı hissetmediğimiz zaman (kabızlık, kronik baş ağrıları, tutukluk, uyku problemleri hariç tabii!) sağlıklı yaşadığımızı düşünsek bile; aslında davranışlarımız, ani öfkemiz, kıskançlık krizlerimiz, gün içinde duygu iniş çıkışlarımız, fevri davranışlarımız da  sağlıksızlığımızın bir işareti. Bu olumsuz hisler, vücudumuzda toksin olarak birikerek, atılmadıkları takdirde bağışıklık sistemini er ya da geç hissettirmeden çökertirler... 

Gençken, bağışıklık sistemi daha dayanıklı olsa da yıllar geçtikçe kendimize iyi bakmazsak, ne yazık ki beklemediğimiz bir anda bel altı vurulmayı göze alıyoruz demektir... Onun için daha vakit varken (yani sağlıklı hissediyorken) harekete geçmek gerek. 


Genellikle insan konfor alanındayken, oradan çıkmak istemez. Niye çıksın ki canım her şey tıkırında?!? Bizim memlekette son gün yapılan ödevler, son dakika çalışılan sınavlar gibi, sağlık da son dakika tehdit altındayken kapıdan döndürmek üzere önleme tabidir. Ne de olsa "bana bi’şey olmaz!" bilinçaltımıza kodlanmış bir mantra gibi...

Hastalık kapıya gelince o pek hoyrat davrandığımız canımız pek tatlanır ama 

Hastalığı davet mi ediyoruz? Kim, “Evet! Ben sağlığımı yitirmek istiyorum!” der ki? Bilinçli olarak demez tabii... Ama sistemine yıllar yılı öyle mesajlar verir ki; o sistem artık insan doğasına karşı olan bu hoyrat davranışlara dayanamaz ve çöker. Yanlış beslenerek, üşenip, hiç hareket etmeyerek, stres içinde harıl harıl çalışırken kendimize ne kadar özensiz davrandığımızı fark etmeyerek, doğaya kendimizi maruz bırakmayarak, hayallerimizin peşinde koşmayarak, gerçekleştirmek istediklerimizi hep erteleyerek, söylemek istediklerimizi yutarak, önceliklerimiz arasında kendimizi unutarak, sistemimizi olumsuz duygu ve düşüncelerden temizlemeyerek hastalıkları davet ediyoruz. Daha önce de söylediğim gibi, sadece fiziksel olarak iyi olmama halini değil, zihinsel yorgunluk ve ruhsal bitkinlik halini de sağlıksızlıktan saymak gerek... Hatta belki de çoğu hastalığın sebebi...


22 Eylül 2014 Pazartesi

Zincir

“İçim sıkılıyor… Ama neden bilemiyorum…”
“Bir şeyler iyi gitmiyor…”
“Ofistekiler tüylerimi diken diken ediyor… Hele biri var ki; sık sık bilgisayarı kafasına fırlatasım geliyor.”
“Sevgilimle birbirimizi çok sevmemize rağmen sürekli kavga ediyoruz…”
“Bu kadın / adam beni öldürecek!..”
“Kayınvalidem tam bir ömür törpüsü...”
“Hayat bu kadar zor olmak zorunda mı?..”
“Bu dümbük yerde çalışmaya mecburum çünkü para kazanmam lazım.”
“Çok yorgunum...”

Ev, iş, özel hayat, aile, arkadaşlar, para, seks… Problem başlıklarından sadece bazıları… Bazen o kadar yoğruluyoruz ki bu sorunların arasında, var olduklarını bile farketmiyoruz. Bizim bir parçamız oluyorlar adeta...

Zengin olmak istiyorum, çok başka bir hayatım olsun istiyorum, zayıf olmak istiyorum, çok başarılı olmak istiyorum, kendim olmak istiyorum, böyle öfkeli ve sinirli olmak istemiyorum, daha iyi bir insan olmak istiyorum, stressiz bir hayat istiyorum, köye yerleşmek istiyorum, daha çok şeye vakit ayırabilmek istiyorum… Hayır işleri yapmak istiyorum… Of bu hayat benim hayalimdekiyle çok alakasız…
Ve liste uzar gider…

Hayal etmeye başladığımız zaman hissettiğimiz coşku bizi korkutur çoğu zaman. Yapmak istediğimiz işi, varmak istediğimiz noktaları düşündükçe heyecanlanırız. Sonra hayatın “gerçek”lerine döneriz. “Ya başaramazsam?..” “Elalem ne der?” “Olur mu canım bu yaştan sonra?” “Peki nerden başlayacağım…” “Çok uzun yol bu…” Sürekli bu bahane oyunlarını oynar kafamız… Çünkü içimizde, bize rağmen bize karşı çalışan manipülatif bir dinamik var egomuza ait. Hayallerimizi gerçekleştiremiyor, problemlerimizin içinde boğuluyorsak, evrenin bize verdiği “değişim” mesajını almıyor, dinlemiyor, duymuyoruz demektir…

Hayat bizi sıkıştırmaktan vazgeçmez. Neden mi? Bize güvendiği, bizi sevdiği ve o sahte konfor alanından saçımızdan çeke çeke çıkarmaya çalıştığı için! Çok fazla probleminiz varsa muhtemelen cevapları yanlış yerlerde arıyorsunuz. Muhtemelen sizin doğanıza uygun olmayan bir mesleği veya eşi seçtiniz, ya da dünyanın yanlış bir yerinde yaşıyorsunuz…  Ve belki de her şeye sıfırdan başlamanız gerekiyor… Ve bu değişim, sizi haliyle çok ama çok korkutuyor. Belki de buna gücünüz olmadığını hissediyorsunuz...

Dünyanın düzeni, ailemiz, medya, sistem, arkadaşlarımız, abilerimiz, yeğenlerimiz, dayımız, amcamız bizi bazı gerçeküstü şeylere inandırdı. Ve biz o şeyleri gerçek olarak algıladık, benimsedik, öğrendik. Zihnimizin yarattığı sahte bir sınırlı gerçekliğin içinde kapandık ve onu kendi gerçeğimiz yaptık. Bize anlattıkları şekilde  olmamız gerek sandık ve başımızın üzerine duvarlar ördük gökyüzünü unutarak. Sonsuz olasılıklarımızı hiçe saydık ve içinde acı çekerek ayağımıza dar gelen bir ayakkabının içinde yürümeye devam ettik…

İşte hayat bizi bunun için sıkıştırıyor: Unut! Yeniden öğren! Zincirlerini kır! Kendini keşfet ve özgür ol! Tüm hastalıklar, tüm yanlışlıklar ve sorunlar bize içimizden bir emir: "Değiş! Kendin değiş, çevreni değiştir, olaylara ve insanlara bakış açını değiştir. Verdiğin aynı cevaplarla, her gün aynı davranışlarla farklı bir sonuç bekleyemezsin. Hayata meydan oku ve değiş." Doğru lenslerle baktığımız zaman hayata, şefkatle bize şunu fısıldar: O hendeği atla. U dönüşü yap. Ben seni tutacağım…


Bizse çoğu zaman kulaklarımızı tıkar, içimizden “hayııııııııır!” diye bağırırız. Oysa gerçeğin sesidir o. Korkan ve tüm kapılarını kapatıp duvarlar ören ise egomuzdan bir parça: “Kalayım karanlıkta. Bırak beni, bu öğretilmişlik güzel. Burada en azından ne yapılması gerektiğini biliyor, idare ediyorum. Okyanusa atlayamam, dalgalarda boğulmaktan, ölmekten korkuyorum…” diye haykıran, bize, ruhumuza ait olmayan bir sahte kimlik…





Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com