22 Eylül 2014 Pazartesi

Zincir

“İçim sıkılıyor… Ama neden bilemiyorum…”
“Bir şeyler iyi gitmiyor…”
“Ofistekiler tüylerimi diken diken ediyor… Hele biri var ki; sık sık bilgisayarı kafasına fırlatasım geliyor.”
“Sevgilimle birbirimizi çok sevmemize rağmen sürekli kavga ediyoruz…”
“Bu kadın / adam beni öldürecek!..”
“Kayınvalidem tam bir ömür törpüsü...”
“Hayat bu kadar zor olmak zorunda mı?..”
“Bu dümbük yerde çalışmaya mecburum çünkü para kazanmam lazım.”
“Çok yorgunum...”

Ev, iş, özel hayat, aile, arkadaşlar, para, seks… Problem başlıklarından sadece bazıları… Bazen o kadar yoğruluyoruz ki bu sorunların arasında, var olduklarını bile farketmiyoruz. Bizim bir parçamız oluyorlar adeta...

Zengin olmak istiyorum, çok başka bir hayatım olsun istiyorum, zayıf olmak istiyorum, çok başarılı olmak istiyorum, kendim olmak istiyorum, böyle öfkeli ve sinirli olmak istemiyorum, daha iyi bir insan olmak istiyorum, stressiz bir hayat istiyorum, köye yerleşmek istiyorum, daha çok şeye vakit ayırabilmek istiyorum… Hayır işleri yapmak istiyorum… Of bu hayat benim hayalimdekiyle çok alakasız…
Ve liste uzar gider…

Hayal etmeye başladığımız zaman hissettiğimiz coşku bizi korkutur çoğu zaman. Yapmak istediğimiz işi, varmak istediğimiz noktaları düşündükçe heyecanlanırız. Sonra hayatın “gerçek”lerine döneriz. “Ya başaramazsam?..” “Elalem ne der?” “Olur mu canım bu yaştan sonra?” “Peki nerden başlayacağım…” “Çok uzun yol bu…” Sürekli bu bahane oyunlarını oynar kafamız… Çünkü içimizde, bize rağmen bize karşı çalışan manipülatif bir dinamik var egomuza ait. Hayallerimizi gerçekleştiremiyor, problemlerimizin içinde boğuluyorsak, evrenin bize verdiği “değişim” mesajını almıyor, dinlemiyor, duymuyoruz demektir…

Hayat bizi sıkıştırmaktan vazgeçmez. Neden mi? Bize güvendiği, bizi sevdiği ve o sahte konfor alanından saçımızdan çeke çeke çıkarmaya çalıştığı için! Çok fazla probleminiz varsa muhtemelen cevapları yanlış yerlerde arıyorsunuz. Muhtemelen sizin doğanıza uygun olmayan bir mesleği veya eşi seçtiniz, ya da dünyanın yanlış bir yerinde yaşıyorsunuz…  Ve belki de her şeye sıfırdan başlamanız gerekiyor… Ve bu değişim, sizi haliyle çok ama çok korkutuyor. Belki de buna gücünüz olmadığını hissediyorsunuz...

Dünyanın düzeni, ailemiz, medya, sistem, arkadaşlarımız, abilerimiz, yeğenlerimiz, dayımız, amcamız bizi bazı gerçeküstü şeylere inandırdı. Ve biz o şeyleri gerçek olarak algıladık, benimsedik, öğrendik. Zihnimizin yarattığı sahte bir sınırlı gerçekliğin içinde kapandık ve onu kendi gerçeğimiz yaptık. Bize anlattıkları şekilde  olmamız gerek sandık ve başımızın üzerine duvarlar ördük gökyüzünü unutarak. Sonsuz olasılıklarımızı hiçe saydık ve içinde acı çekerek ayağımıza dar gelen bir ayakkabının içinde yürümeye devam ettik…

İşte hayat bizi bunun için sıkıştırıyor: Unut! Yeniden öğren! Zincirlerini kır! Kendini keşfet ve özgür ol! Tüm hastalıklar, tüm yanlışlıklar ve sorunlar bize içimizden bir emir: "Değiş! Kendin değiş, çevreni değiştir, olaylara ve insanlara bakış açını değiştir. Verdiğin aynı cevaplarla, her gün aynı davranışlarla farklı bir sonuç bekleyemezsin. Hayata meydan oku ve değiş." Doğru lenslerle baktığımız zaman hayata, şefkatle bize şunu fısıldar: O hendeği atla. U dönüşü yap. Ben seni tutacağım…


Bizse çoğu zaman kulaklarımızı tıkar, içimizden “hayııııııııır!” diye bağırırız. Oysa gerçeğin sesidir o. Korkan ve tüm kapılarını kapatıp duvarlar ören ise egomuzdan bir parça: “Kalayım karanlıkta. Bırak beni, bu öğretilmişlik güzel. Burada en azından ne yapılması gerektiğini biliyor, idare ediyorum. Okyanusa atlayamam, dalgalarda boğulmaktan, ölmekten korkuyorum…” diye haykıran, bize, ruhumuza ait olmayan bir sahte kimlik…





Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder