30 Eylül 2014 Salı

Elalem


İnsan, yaşamın akışına kapıldığı zaman, bazı başka diğer şeyleri unutuyor. En başta da kendini!.. “Acaba ben ne istiyorum?” diye sormayalı uzun zaman olmuş. Hangi lokantaya gideceğim, hangi kıyafeti giyeceğim ya da o gün neler yapacağım değil konu; daha derinlerde bir yerde, “ben ne istiyorum?”

Belki bütün gündem maddelerimi değiştirecek, hatta belki yaşadığım yeri, tüm şartlarımı değiştirecek bir “ben ne istiyorum?”

Uzundur içinden çıkamadığım çıkmazlardan beni bir anda çıkaracak, hayatıma hayat katacak, içimi çılgınca bir sevinç ve coşkuyla dolduracak bir hayat kursaydım kendime; nasıl olurdu? “Ben, bana sunulanın dışında ne istiyorum?”

Çoğu zaman “aşk”la özdeşleşir bu duygu. Aşk evet; ama sadece karşı cins olmadan aşk. Kendine olan aşk...

Yalnız kaldığımız anlarda bu soru kulaklarımızda tınımını çınlamaya başlar. Ve bazılarımız o sesi duymaya başladığımız an, savunma duvarlarımızı güçlendirmek üzere buzdolabına yöneliriz. Veya telefona, bilgisayara, televizyona…. Ve ruhumuzun, hayallerimizin sesini kısar, diğer sesleri açarız.  “Bir daha kırılmayayım yeter ki… Yeter ki bir daha kimsenin sözü, hareketi beni incitmesin… Saklanırım buracıkta ben… Her şey normalmiş gibi yaparım…”


İşte bu "normalmiş gibi" yaptığımız için hayatımız dönme dolaba dönüyor. Hastalanıyoruz. Kalbimiz yoruluyor, hayat enerjimiz tükeniyor, ruhumuz daralıyor. Dönüyoruz ama bir yere gidemiyoruz... Çünkü elalem çok şey diyebilir bizim hakkımızda. Elalem ki; hayallerinin sesini kısıp, buzdolabına, televizyonuna, diğer elalem arkadaşlarına, dedikodularına kurban etmiş onları...  

25 Eylül 2014 Perşembe

Sağlık Demişken…


Sağlıklı bir yaşamdan söz ederken birbirinden ayıramayacağımız 3 şey var: 

Sağlıklı Beslenmek (Sanskritçe’de fiziksel beden, “annamaya kosha” yani “yemek    bedeni” olarak ifade edilir. Fiziksel bedenimiz, biz onu neyle beslersek, ona dönüşür.)
- Sağlıklı Düşünmek & Hissetmek
- Sağlıklı Davranmak

Aslında bunların tümü birbirine bağlı. Sağlıklı bir yaşamdan bahsederken, sağlıklı düşünmeyi, sağlıklı hissetmekten ve sağlıklı hareket etmekten ayıramayız. Çoğumuz, fiziksel olarak bir acı hissetmediğimiz zaman (kabızlık, kronik baş ağrıları, tutukluk, uyku problemleri hariç tabii!) sağlıklı yaşadığımızı düşünsek bile; aslında davranışlarımız, ani öfkemiz, kıskançlık krizlerimiz, gün içinde duygu iniş çıkışlarımız, fevri davranışlarımız da  sağlıksızlığımızın bir işareti. Bu olumsuz hisler, vücudumuzda toksin olarak birikerek, atılmadıkları takdirde bağışıklık sistemini er ya da geç hissettirmeden çökertirler... 

Gençken, bağışıklık sistemi daha dayanıklı olsa da yıllar geçtikçe kendimize iyi bakmazsak, ne yazık ki beklemediğimiz bir anda bel altı vurulmayı göze alıyoruz demektir... Onun için daha vakit varken (yani sağlıklı hissediyorken) harekete geçmek gerek. 


Genellikle insan konfor alanındayken, oradan çıkmak istemez. Niye çıksın ki canım her şey tıkırında?!? Bizim memlekette son gün yapılan ödevler, son dakika çalışılan sınavlar gibi, sağlık da son dakika tehdit altındayken kapıdan döndürmek üzere önleme tabidir. Ne de olsa "bana bi’şey olmaz!" bilinçaltımıza kodlanmış bir mantra gibi...

Hastalık kapıya gelince o pek hoyrat davrandığımız canımız pek tatlanır ama 

Hastalığı davet mi ediyoruz? Kim, “Evet! Ben sağlığımı yitirmek istiyorum!” der ki? Bilinçli olarak demez tabii... Ama sistemine yıllar yılı öyle mesajlar verir ki; o sistem artık insan doğasına karşı olan bu hoyrat davranışlara dayanamaz ve çöker. Yanlış beslenerek, üşenip, hiç hareket etmeyerek, stres içinde harıl harıl çalışırken kendimize ne kadar özensiz davrandığımızı fark etmeyerek, doğaya kendimizi maruz bırakmayarak, hayallerimizin peşinde koşmayarak, gerçekleştirmek istediklerimizi hep erteleyerek, söylemek istediklerimizi yutarak, önceliklerimiz arasında kendimizi unutarak, sistemimizi olumsuz duygu ve düşüncelerden temizlemeyerek hastalıkları davet ediyoruz. Daha önce de söylediğim gibi, sadece fiziksel olarak iyi olmama halini değil, zihinsel yorgunluk ve ruhsal bitkinlik halini de sağlıksızlıktan saymak gerek... Hatta belki de çoğu hastalığın sebebi...


22 Eylül 2014 Pazartesi

Zincir

“İçim sıkılıyor… Ama neden bilemiyorum…”
“Bir şeyler iyi gitmiyor…”
“Ofistekiler tüylerimi diken diken ediyor… Hele biri var ki; sık sık bilgisayarı kafasına fırlatasım geliyor.”
“Sevgilimle birbirimizi çok sevmemize rağmen sürekli kavga ediyoruz…”
“Bu kadın / adam beni öldürecek!..”
“Kayınvalidem tam bir ömür törpüsü...”
“Hayat bu kadar zor olmak zorunda mı?..”
“Bu dümbük yerde çalışmaya mecburum çünkü para kazanmam lazım.”
“Çok yorgunum...”

Ev, iş, özel hayat, aile, arkadaşlar, para, seks… Problem başlıklarından sadece bazıları… Bazen o kadar yoğruluyoruz ki bu sorunların arasında, var olduklarını bile farketmiyoruz. Bizim bir parçamız oluyorlar adeta...

Zengin olmak istiyorum, çok başka bir hayatım olsun istiyorum, zayıf olmak istiyorum, çok başarılı olmak istiyorum, kendim olmak istiyorum, böyle öfkeli ve sinirli olmak istemiyorum, daha iyi bir insan olmak istiyorum, stressiz bir hayat istiyorum, köye yerleşmek istiyorum, daha çok şeye vakit ayırabilmek istiyorum… Hayır işleri yapmak istiyorum… Of bu hayat benim hayalimdekiyle çok alakasız…
Ve liste uzar gider…

Hayal etmeye başladığımız zaman hissettiğimiz coşku bizi korkutur çoğu zaman. Yapmak istediğimiz işi, varmak istediğimiz noktaları düşündükçe heyecanlanırız. Sonra hayatın “gerçek”lerine döneriz. “Ya başaramazsam?..” “Elalem ne der?” “Olur mu canım bu yaştan sonra?” “Peki nerden başlayacağım…” “Çok uzun yol bu…” Sürekli bu bahane oyunlarını oynar kafamız… Çünkü içimizde, bize rağmen bize karşı çalışan manipülatif bir dinamik var egomuza ait. Hayallerimizi gerçekleştiremiyor, problemlerimizin içinde boğuluyorsak, evrenin bize verdiği “değişim” mesajını almıyor, dinlemiyor, duymuyoruz demektir…

Hayat bizi sıkıştırmaktan vazgeçmez. Neden mi? Bize güvendiği, bizi sevdiği ve o sahte konfor alanından saçımızdan çeke çeke çıkarmaya çalıştığı için! Çok fazla probleminiz varsa muhtemelen cevapları yanlış yerlerde arıyorsunuz. Muhtemelen sizin doğanıza uygun olmayan bir mesleği veya eşi seçtiniz, ya da dünyanın yanlış bir yerinde yaşıyorsunuz…  Ve belki de her şeye sıfırdan başlamanız gerekiyor… Ve bu değişim, sizi haliyle çok ama çok korkutuyor. Belki de buna gücünüz olmadığını hissediyorsunuz...

Dünyanın düzeni, ailemiz, medya, sistem, arkadaşlarımız, abilerimiz, yeğenlerimiz, dayımız, amcamız bizi bazı gerçeküstü şeylere inandırdı. Ve biz o şeyleri gerçek olarak algıladık, benimsedik, öğrendik. Zihnimizin yarattığı sahte bir sınırlı gerçekliğin içinde kapandık ve onu kendi gerçeğimiz yaptık. Bize anlattıkları şekilde  olmamız gerek sandık ve başımızın üzerine duvarlar ördük gökyüzünü unutarak. Sonsuz olasılıklarımızı hiçe saydık ve içinde acı çekerek ayağımıza dar gelen bir ayakkabının içinde yürümeye devam ettik…

İşte hayat bizi bunun için sıkıştırıyor: Unut! Yeniden öğren! Zincirlerini kır! Kendini keşfet ve özgür ol! Tüm hastalıklar, tüm yanlışlıklar ve sorunlar bize içimizden bir emir: "Değiş! Kendin değiş, çevreni değiştir, olaylara ve insanlara bakış açını değiştir. Verdiğin aynı cevaplarla, her gün aynı davranışlarla farklı bir sonuç bekleyemezsin. Hayata meydan oku ve değiş." Doğru lenslerle baktığımız zaman hayata, şefkatle bize şunu fısıldar: O hendeği atla. U dönüşü yap. Ben seni tutacağım…


Bizse çoğu zaman kulaklarımızı tıkar, içimizden “hayııııııııır!” diye bağırırız. Oysa gerçeğin sesidir o. Korkan ve tüm kapılarını kapatıp duvarlar ören ise egomuzdan bir parça: “Kalayım karanlıkta. Bırak beni, bu öğretilmişlik güzel. Burada en azından ne yapılması gerektiğini biliyor, idare ediyorum. Okyanusa atlayamam, dalgalarda boğulmaktan, ölmekten korkuyorum…” diye haykıran, bize, ruhumuza ait olmayan bir sahte kimlik…





Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com 

14 Eylül 2014 Pazar

Sağlıklı Kilo Vermek





Mevsim kışa dönüyor. Yazın haydalahuydası, yerini kışın çalışkanlığına bırakmak durumunda. E biz de haliyle, yeni dönemin heyecanlı planları peşindeyiz. “Yeni bir ben!” “Yeni bir iş!” “Yeni bir eş!” “Yeni bir çevre!” “Detoks, botoks, kick box, yoga, judo, spor...”  “Daha sağlıklı bir yaşam!” Her neyse o yeni olan, onun telaşı sardı muhtemelen hepimizin içini bu aralar. Bu ara telaşınız yoksa, a) muradınıza erdiniz b) hayat artık sizi pek heyecanlandıramıyor… :) 

Bu yazımı, bu telaşede sağlıklı bir yaşamı ve kilo vermeyi ömür boyu benimsemek isteyenler için yazıyorum. Dikkat ederseniz, “diyet yapmayı planlayanlar” için yazmadım, çünkü ben diyetlere artık inanmıyorum. Hop veriyorsun beş günde iki kilo; diyetten çıkınca hop alıyorsun iki günde beş kilo... Çok denedim. Hiç tutmadı.

Formda kalmak benim için hayatım boyunca hep ön planda oldu. Ama lezzet dolu yemeklerden de hiç vazgeçmek istemedim. Bu yüzden de yıllarca eziyet içinde kilo alıp verdim. Bir dondurmalı waffle kazanıyordu; bir ben. Sonu gelmez bir itiş tepiş...  En son 5 sene önce kendimden çok sıkıldım ve bunun böyle gitmeyeceğine; akıllı mantıklı bir yaşam edinmem gerektiğine karar verdim. Katır inadım sayesinde, 5 sene sonra aradığımı bulmuş olmanın mutluluğu içindeyim: Hem lezzetli yemekler, hem de iki senedir istikrarlı bir şekilde istediğim kiloda olmanın dayanılmaz hafifliği...


Bugünlerde pek çok kişi nasıl kilo verdiğimi merak ediyor. Ben de sizlerle 5-6 senelik yolculuğumu paylaşmak istiyorum. Şimdi size neler yaptığımı tek tek anlatacağım. Bunları sıralamadan önce, meditasyonun, kendimi ve yemekle ilgili düşüncelerimi kontrol edebilmeme; yoganın ise bedenimle bağ kurabilmeme ve neye ihtiyacı olduğuna kulak vermeme çok ama çok yardım ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Art of Living nefes, yoga ve meditasyon eğitimleri, hayatta başıma gelen en iyi şeydir. 

1-    Karar verdim.
2-    Yola çıkarken, kilo vermeyi değil, uzun vadede sağlıklı beslenmeyi ve yaşamayı hedefledim.
3-    Şok diyetle zayıflamadım. 3 senede yavaş yavaş ve vücudumu sevmeye devam ederek kilo verdim.
4-    Bol lifli, besin değeri yüksek yiyecekleri seçtim.
5-    Lezzetten vazgeçmedim. Kollarımı sıvadım, mutfağa girdim. Yeni, sağlıklı ve yaratıcı tarifler denedim.
6-    Yavaş yavaş ve kendime sabrederek az yemeyi öğrendim. Bazen sofralardaki bazı yiyeceklerde gözümün kaldığı oldu, olmadı değil...
7-    Doyduktan sonra bir lokma bir şey yemedim. Midemi asla patlayana kadar doldurmadım.
8-    Gazlı içecekleri, paketli yiyecekleri mini minimuma indirdim.
9-    Beyaz unu, unlu gıdaları uzunca bir süre rafa kaldırdım. Buğday unu yerine yulaf, çavdar kullandım.
10-Kendimi hiç cezalandırmadım.
11-Battı balık yan gider hesabına girmedim. Bir gün abarttıysam, kendime izin verdim ve ertesi gün inançla uyanarak kahvaltıda meyve yiyerek ve o gün sebze meyve ağırlıklı beslenerek telafi ettim.
12-Dua ettim. Evet, dua ettim. Evrenin tüm güçlerinden yardım istedim. Kilo vermeye çalışanlar bilirler, zaman zaman çaresiz hisseder insan kendini... Özellikle de bir hafta harika beslenmiş ama hiç kilo verememişse... Belki inanmayacaksınız ama ben tam 3 ay boyunca disiplinli beslenmeme rağmen hiç kilo vermedim. 4. ayda, nasıl olduğunu anlamadan bir anda inmeye başladım...
13-Her gün tartıldım.
14-Her fırsatta hareket ettim. Her gün en az 45 dakika yürüdüm. Haftada 3 kez kardio yaptım. Hareket etmeden kilo verirseniz, yağlarınız kasa dönüşmez.
15-Haftada 1 gün sadece sebze meyve suyu ve sebze meyveyle sistemimi arındırdım. (Eğer hipoglisemi veya şeker hastalığınız varsa doktorunuza danışmadan bunu uygulamamanızda fayda var.)
16-Her gün düzenli yoga ve özellikle güneşe selam serisini (hiç canımın istemediği günlerde zorla, ağlaya ağlaya da olsa) vazgeçmeden uyguladım.
17-İlk 6 ay yediklerimi ve egzersizimi yazdım.
18-Her altı ayda bir Art of Living merkezlerinden birinde sessizliğe girerek ve her gün düzenli nefes ve meditasyon yaparak zihnimi ve bilinçaltımı boşalttım. Ne de olsa çoğu zaman, fazla kilonun sebebi psikolojik… Düzenli olarak fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak arınmak çok önemli.

Ama en önemlisi bütün bunlara halen devam ediyor olmak. Sağlığı bir yaşam biçimine çevirmek. Hızla verilen kilolar hızla geri alınıyor. Çünkü diyet dönemi bitince, eski alışkanlıklar geri geliyor. Önemli olan, o alışkanlıkların kökünü kurutmak. Zahmetli ama buna değer...

Kabul ediyorum; midem biraz küçülene kadar biraz ıstırap çektim, ama hayatta biraz disiplin, çok fazla özgürlüğü de beraberinde getiriyor. Bugün o ıstırabı çekmiyorum çünkü yeteri kadar yiyor ve doyuyorum. Yediklerimden büyük zevk alıyorum ve mutlu oluyorum. Eskiden acıkınca canım çikolatada yüzen muzlu krep çekerdi. Şimdi ise nar ekşili zeytinyağlı koca bir tabak yeşillik olsa da silip süpürsem diyorum... Alışkanlıklar değişiyor. Krep yemiyor muyum? Hem de bayıla bayıla yiyorum ama eskisi gibi acıktığım zaman değil, zevk olsun diye... Sonra da hiç pişman olmuyorum çünkü zihnime ve bedenime güveniyorum. Bana ihanet etmeyecekler...






Yaşam koçluğu, kurumsal programlarımız ve yeni iş kurma (kendi işini kurmak) danışmanlığı için: 
www.feelgood-international.com