"Tasarım Bienali" beni 12'den vurdu diyebilirim.
Herşeyin bize dayatıldığı gibi olmadığını, bambaşka alternatiflerin de olduğunu iliklerime kadar yeniden hissettim. Sonra da eve gelip "Fight Club"ı tekrar seyrettim. :)
Galata Rum Okulu tarafındaki bienalin konusu "Adhokrasi", yani bürokratik yapının tam tersi bir yapı. Bir diğer anlamda, "Sürdürülebilir ve Kendi Kendine Yeten Yaşam". Fabrika çıktısı değil, "ev
yapımı" bir hayat tasarımı... Sağolsun biricik arkadaşımız Jazmin bize
rehberlik etti. Hatta o, bu bienali öylesine benimsemiş ki, ayrılırlen
sanki kendi buluşlarını anlatmış gibi, "beğendiniz mi?" diye
sordu. Çok tatlıydı! :)
Örneğin, bir grup Ohio'lu çiftçi 27.000
dolara traktör almak yerine, 9.000 dolara kendileri yapıyorlar. Bir
arkadaş, kendi kendine sıfırdan tost makinesi yapmayı deniyor ve 4.5sterline
alabileceği makine 1500sterline geliyor. Bir yandan da insanın aklına
"tost makinesine ne kadar ihtiyacımız var gerçekten?" sorusu
geliyor... Daha neler neler... Evde çikolata yapma makinesi, üç boyutlu yazıcılar, hatta sürdürülebilir toplu konut tasarımları...
Bienal, kafamda periyodik olarak dönen o soruyu yine kızdırdı "ne
kadarına ihtiyacımız var?"
Reklamlar, kola içersek, belli bir marka
bulaşık deterjanını kullanırsak, belli standartlardaki belli lükslere ulaşırsak mutlu olacağımızı vaadediyorlar. Yiyeceklerimizi, hormon basılmış veya tenekelere sıkıştırılmış bir şekilde süpermarketten alıyoruz. Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi, binalar içinde yaşıyoruz, evden çıkıp arabaya atlayarak plazalara gidiyoruz. Haftasonlarımızı bile alışveriş merkezlerinde geçiriyoruz. Doğayla iletişimimiz neredeyse yok. Bütün gün cep telefonlarından yayın yiyoruz, istemediğimiz işlerde çalışıyoruz. Bu şartlarda nasıl huzur bulabiliriz zaten...
İçimizdeki
huzursuzluğun ve hatta belki o boşluğun azbuçuk farkındayız ki aksi halde reklamlarından mutluluk satarak bu kadar kazanmazdı
firmalar... Biz de o, bize satılırken vaadedilen mutluluklarla avunuyoruz. Fakat ne hikmetse, lüks yerleşim yerlerinde o hayal ettiğimiz mutluluğu yakalayamıyoruz, çamaşırlarımızı o marka deterjanla yıkayınca ailemizdeki sorunlar çözülmüyor, kola içince deli deli danslar etmeye başlamıyoruz...Stres içinde para kazanıp, bir miktarını çeşitli lükslere harcayıp, belli bir yaştan sonra da içimizde kırılan parçaları tedavi etmek için hastanelerde harcıyoruz...
Ama ben bu düzenin değişmeye başladığını hissediyorum. Artık uyanmaya, kendi üstümüzde daha fazla çalışmaya başladık. Yeni yollar aramaya ve kendi sağlığımıza, mutluluğumuza daha da odaklanmaya başladık...
Özetle, güzeldi Bienal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder