Yaz başlamak
üzere… Baharla birlikte, kışın ağırlığından silkelenip, hareketlendik çoğumuz…
Tam da şu an, doğanın da uyanışıyla birlikte, kendimizi dönüştürmek, yolunda
gitmeyenleri elemek, mutluluğu beslemek, olumsuz duygu ve düşüncelerimizle
vedalaşmak için de çok doğru bir zaman.
Onun için ben de
mutluluğu yazmak istedim bu hafta...
Çünkü her adımı
onun için attığımız halde, mutluluğun yerinin bize yanlış tarif edildiğine
inanıyorum ben... Hep objelerin ve olayların geçici heyecanlarına kapılarak, kimliklerimize
kimlikler katarak, banka hesaplarımızı doldurarak mutlu olacağımızı sandık.
Mutluluk hep bir tepenin arkasında oldu: “Şu da bir geçsin de… Çocuk okula
girsin de, yok işler bir toplansın da, mezuniyeti de bir atlatalım da..."
Hep peşinden koşulan ve asla varılamayan bir vadide kaldı "sonsuz
mutluluk"... Anlık, ağzımıza bal çalıp kaçan ve bizi sonsuz varlığının
oralarda bir yerde olduğuna inandıran bir serap gibi…
Edinmesi zor bir
objeden bir başkasına koşarak aramamız istendi bizden onu… Edinmesi zor,
kısıtlı bir kimlikten bir diğerine koşarak… Titrlerimizin tanımladığı,
kendimiz saydığımız varsayımlarımızı besledik, büyüttük… Arzularımızın çoğunu
edindik, yenilerini yarattık… Bir türlü konamadık yine de o mutluluk vadisine…
Hep bir şeyler eksik kaldı… Her şey akla yatkın bir tamlıkta bile olsa, hep bir
boşluk vardı…
Bir sürü
maskelerimiz oldu... Bir ya da birçok yanımızı sakladık. En çok da o
boşluktaki, en savunmasız, kırılgan tarafımızı… Kendi kendimize
kaldığımızda, samimiyetle, sevgiyle bizimle konuşmaya, bizden istediklerini
aktarmaya çalışan…
Belki de sırf bu
yüzden, kalamadık pek kendimizle başbaşa… Kalkıp başka şeyler yaparak
oyalandık… Her şeyi değiştirmemizi isteyecekti çünkü bizden belki… Sağlığımızı,
mutluluğumuzu, kendimizi geri alabilmek için, üzerine gerçekliğimizi kurduğumuz
pek çok şeyin değişmesi gerekecekti…
Kurduğumuz
düzeni bozmaktansa, “iyidir böyle…” dedik… Belki de sonra onu aramayı bile
unuttuk…
Attığımız her
adımı, aslında mutluluk arayışıyla atarken, o besleyip büyüttüğümüz
kimliklerimizden soyunmak aklımıza bile gelmedi… Belki bir gün, o objeler ve
kimliklerden sürpriz yumurtadan çıkar gibi çıkardı mutluluk… Kimbilir?.. Gerçek
düşmanı, içerden besledik…
"Ha gayret
şu da geçsin de, mutluluk o tepenin arkasında işte..." Ve o geçecek olan
listenin sonu gelmedi hiç…
Aslında pek
çoğumuz mutlu da hissetmiyoruz ya... "İyiyim"ler aslında, "kötü
değilim", "normal olmayan birşey yok" anlamında. Yoksa, -bu en
doğal hakkımızken- hangimiz bir çocuk kadar coşkulu uyanıyor ki?
"Kendimi harika hissediyorum; hergün, günün bana yapacağı güzel
sürprizlere uyanıyorum; zinde, sağlıklı ve enerjiğim. İçimden şarkılar söylemek
geliyor, yaşadığım her ana şükrediyorum" anlamında bir "iyiyim"
değil bizimki...
Peki ne zaman
yakalanır bu sonsuz mutluluk? Gökkuşağının ardında mı? Var mı ki? Yoksa anlık
mı sadece?..
Bilge kişiler,
mutluluğun, dışardaki koşullardan ziyade, içerdeki koşullara bağlı bir zihin
durumu, bir iç hal olduğunu söyler. Yani kendi iç koşullarımızı düzenlemedikçe,
evimizde yaptığımız dekorasyonu, kendi içimizde de yapmaya başlamadıkça, bu iş
yaş… Şikayet ederek yaşamını devam ettiren bir insan düşünün. Nerede ve
hangi şartlarda olursa olsun, bir sebep bulacaktır şikayetçi olacak… Hayat
geçerken, onunla nasıl dans ettiğimiz değil midir bizi koşulsuzca mutlu edecek
olan? Kendimiz, yaşama yaklaşımımız, onunla olan iletişimimiz değil midir bizi
ya vezir, ya rezil edecek… Bu yüzden de yaşama karşı tavrımızı, iç hallerimizi
değiştirmeye başlamamız gerekmez mi her şeyden önce?.. Korkularımızın, endişe
ve yakınmalarımızın eline teslim ettiğimiz hayatımızın dizginlerini elimize
aldıkça o iç hal kurulmaya başlayacaktır aslında, daha önce değil…
Mahatma Gandhi
kendi koşullarında mutluluğu yakalamış mesela. “Le Fabuleux Destin d’Amélie
Poulin” adlı filmde, başroldeki Amélie karakteri, aslında son derece sıradan
görünen hayatının içinde ne kadar oyunbaz ve mutluydu... Onun hayata bakışı, o
günü aydınlatıyordu adeta… Bu film, mutluluğun varılacak bir nokta değil de,
bir iç hal olduğunu ne kadar da güzel anlatan bir film...
Mutluluğa
kavuşmak istiyorsak, buna karar vermek zorundayız. Çünkü mutluluğumuz,
içimizdeki iyi ile, kötünün savaşını, iyi olan yendikçe artacak ancak…
Bunun için
dikkat edebileceğimiz bazı noktalar var elbette… Onları da önümüzdeki hafta
uzun uzun anlatacağım… Siz de bu hafta, içinizi nelerin mutlulukla doldurduğunu
sormaya başlayabilirsiniz kendinize…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder