13 Haziran 2015 Cumartesi

Tepenin Arkasındaki Mutluluk (1)



Yaz başlamak üzere… Baharla birlikte, kışın ağırlığından silkelenip, hareketlendik çoğumuz… Tam da şu an, doğanın da uyanışıyla birlikte, kendimizi dönüştürmek, yolunda gitmeyenleri elemek, mutluluğu beslemek, olumsuz duygu ve düşüncelerimizle vedalaşmak için de çok doğru bir zaman.  

Onun için ben de mutluluğu yazmak istedim bu hafta...

Çünkü her adımı onun için attığımız halde, mutluluğun yerinin bize yanlış tarif edildiğine inanıyorum ben... Hep objelerin ve olayların geçici heyecanlarına kapılarak, kimliklerimize kimlikler katarak, banka hesaplarımızı doldurarak mutlu olacağımızı sandık. Mutluluk hep bir tepenin arkasında oldu: “Şu da bir geçsin de… Çocuk okula girsin de, yok işler bir toplansın da, mezuniyeti de bir atlatalım da..." Hep peşinden koşulan ve asla varılamayan bir vadide kaldı "sonsuz mutluluk"... Anlık, ağzımıza bal çalıp kaçan ve bizi sonsuz varlığının oralarda bir yerde olduğuna inandıran bir serap gibi…

Edinmesi zor bir objeden bir başkasına koşarak aramamız istendi bizden onu… Edinmesi zor, kısıtlı  bir kimlikten bir diğerine koşarak… Titrlerimizin tanımladığı, kendimiz saydığımız varsayımlarımızı besledik, büyüttük… Arzularımızın çoğunu edindik, yenilerini yarattık… Bir türlü konamadık yine de o mutluluk vadisine… Hep bir şeyler eksik kaldı… Her şey akla yatkın bir tamlıkta bile olsa, hep bir boşluk vardı…

Bir sürü maskelerimiz oldu... Bir ya da birçok  yanımızı sakladık. En çok da o boşluktaki, en savunmasız, kırılgan tarafımızı…  Kendi kendimize kaldığımızda, samimiyetle, sevgiyle bizimle konuşmaya, bizden istediklerini aktarmaya çalışan…

Belki de sırf bu yüzden, kalamadık pek kendimizle başbaşa… Kalkıp başka şeyler yaparak oyalandık… Her şeyi değiştirmemizi isteyecekti çünkü bizden belki… Sağlığımızı, mutluluğumuzu, kendimizi geri alabilmek için, üzerine gerçekliğimizi kurduğumuz pek çok şeyin değişmesi gerekecekti…

Kurduğumuz düzeni bozmaktansa, “iyidir böyle…” dedik… Belki de sonra onu aramayı bile unuttuk…

Attığımız her adımı, aslında mutluluk arayışıyla atarken, o besleyip büyüttüğümüz kimliklerimizden soyunmak aklımıza bile gelmedi… Belki bir gün, o objeler ve kimliklerden sürpriz yumurtadan çıkar gibi çıkardı mutluluk… Kimbilir?.. Gerçek düşmanı, içerden besledik…

"Ha gayret şu da geçsin de, mutluluk o tepenin arkasında işte..." Ve o geçecek olan listenin sonu gelmedi hiç…

Aslında pek çoğumuz mutlu da hissetmiyoruz ya... "İyiyim"ler aslında, "kötü değilim", "normal olmayan birşey yok" anlamında. Yoksa, -bu en doğal hakkımızken- hangimiz bir çocuk kadar coşkulu uyanıyor ki?  "Kendimi harika hissediyorum; hergün, günün bana yapacağı güzel sürprizlere uyanıyorum; zinde, sağlıklı ve enerjiğim. İçimden şarkılar söylemek geliyor, yaşadığım her ana şükrediyorum" anlamında bir "iyiyim" değil bizimki...

Peki ne zaman yakalanır bu sonsuz mutluluk? Gökkuşağının ardında mı? Var mı ki? Yoksa anlık mı sadece?..

Bilge kişiler, mutluluğun, dışardaki koşullardan ziyade, içerdeki koşullara bağlı bir zihin durumu, bir iç hal olduğunu söyler. Yani kendi iç koşullarımızı düzenlemedikçe, evimizde yaptığımız dekorasyonu, kendi içimizde de yapmaya başlamadıkça, bu iş yaş… Şikayet ederek yaşamını devam ettiren bir insan düşünün.  Nerede ve hangi şartlarda olursa olsun, bir sebep bulacaktır şikayetçi olacak… Hayat geçerken, onunla nasıl dans ettiğimiz değil midir bizi koşulsuzca mutlu edecek olan? Kendimiz, yaşama yaklaşımımız, onunla olan iletişimimiz değil midir bizi ya vezir, ya rezil edecek… Bu yüzden de yaşama karşı tavrımızı, iç hallerimizi değiştirmeye başlamamız gerekmez mi her şeyden önce?.. Korkularımızın, endişe ve yakınmalarımızın eline teslim ettiğimiz hayatımızın dizginlerini elimize aldıkça o iç hal kurulmaya başlayacaktır aslında, daha önce değil…  

Mahatma Gandhi kendi koşullarında mutluluğu yakalamış mesela. “Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulin” adlı filmde, başroldeki Amélie karakteri, aslında son derece sıradan görünen hayatının içinde ne kadar oyunbaz ve mutluydu... Onun hayata bakışı, o günü aydınlatıyordu adeta… Bu film, mutluluğun varılacak bir nokta değil de, bir iç hal olduğunu ne kadar da güzel anlatan bir film...

Mutluluğa kavuşmak istiyorsak, buna karar vermek zorundayız. Çünkü mutluluğumuz, içimizdeki iyi ile, kötünün savaşını, iyi olan yendikçe artacak ancak…

Bunun için dikkat edebileceğimiz bazı noktalar var elbette… Onları da önümüzdeki hafta uzun uzun anlatacağım… Siz de bu hafta, içinizi nelerin mutlulukla doldurduğunu sormaya başlayabilirsiniz kendinize…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder