15 Şubat 2015 Pazar

Kadın… Adam… Çocuk…

Kadın olmak…
Adam olmak…
İnsan olmak…

Sevgili Zeynep’in gazetesine köşe yazımı hazırlamak üzere oturdum. Her şeyin başı sağlık. Sağlık üstüne yazmaya başladım önce.
Baktım yazamıyorum. Aklımda, kalbimde, ruhumda Özgecan...

Türkiye’de kadın olmanın ıstırabını –sanki hiç unutmuyormuşuz gibi- tekrar tekrar yaşatan, aslında gömdüğümüz onca tarifsiz anının hiç de bir yere gömülmemiş olduğunu farkettiğimiz geçmişe geri dönüşlerimiz...

Ergenlik yıllarımda isyankar çığlıklarla rahat rahat dolaşabilmek protestolarındayken, abimin beni tehlikelere karşı uyarmak amacıyla götürdüğü “Irreversable” filmi...

Göz banyosunu üstümde hissederek,  yan basarak yürüdüğüm, sigara kokan sokakların İstanbul...  

Taksilerden gelen illallah...
Yanından geçerken iç çeken tiksinçler...
El kol atanlar... Bön bön bakanlar...
İlk fırsatta, hem kadınlardan, hem erkeklerden gelen belaltı vuruşlarla büyümek kadınlığa... Ve belaltı vurulanları izlemek...

 “Tartışma konusu” olarak muhatap bulması bile saçmalıktan ibaret “hamilelerin sokağa çıkması”, “küçük kızların evlendirilmesinin caiz olup olmadığı”, “kadının kahkahası”, “etek boyu”...  

Şimdi bu tecavüzcüler ne ceza alacak?..
O bir. Peki ya tecavüze her gün uğrayan ama öldürülmedikleri için ortaya çıkmayan, utanan, tacize, tecavüze uğramayı kendi suçu sanan onca kadın, onca adam, onca çocuk?..

Memleketin her gün biraz daha “... kılı” yetiştirmesine seyirci kalmak...
Kadınlık, adamlık, insanlık haysiyetini yaralayan bir hal...

Çok yara aldık. “Neden bu memlekete doğduk?” diyorsak eğer, “bu acıları yaşamak neden?..” Bir sebebi var ki doğduk. Bu öfkeyi, bu nefreti bir kenara bırakıp, öğrenmek gerek...

Sen bu cehaletin içine doğmadın. Ben de doğmadım. Biz çok şanslıydık...
Çözüm bırakıp gitmekse, kapat usta! Dükkanı kapatalım...  

Vaz mı geçeceğiz?..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder