Kadın olmak…
Adam olmak…
İnsan olmak…
Sevgili Zeynep’in
gazetesine köşe yazımı hazırlamak üzere oturdum. Her şeyin başı sağlık. Sağlık
üstüne yazmaya başladım önce.
Baktım
yazamıyorum. Aklımda, kalbimde, ruhumda Özgecan...
Türkiye’de kadın
olmanın ıstırabını –sanki hiç unutmuyormuşuz gibi- tekrar tekrar yaşatan,
aslında gömdüğümüz onca tarifsiz anının hiç de bir yere gömülmemiş olduğunu
farkettiğimiz geçmişe geri dönüşlerimiz...
Ergenlik
yıllarımda isyankar çığlıklarla rahat rahat dolaşabilmek protestolarındayken,
abimin beni tehlikelere karşı uyarmak amacıyla götürdüğü “Irreversable” filmi...
Göz banyosunu
üstümde hissederek, yan basarak
yürüdüğüm, sigara kokan sokakların İstanbul...
Taksilerden gelen
illallah...
Yanından geçerken
iç çeken tiksinçler...
El kol atanlar...
Bön bön bakanlar...
İlk fırsatta, hem
kadınlardan, hem erkeklerden gelen belaltı vuruşlarla büyümek kadınlığa... Ve
belaltı vurulanları izlemek...
“Tartışma konusu” olarak muhatap bulması bile
saçmalıktan ibaret “hamilelerin sokağa çıkması”, “küçük kızların evlendirilmesinin
caiz olup olmadığı”, “kadının kahkahası”, “etek boyu”...
Şimdi bu
tecavüzcüler ne ceza alacak?..
O bir. Peki ya tecavüze her gün uğrayan ama öldürülmedikleri için ortaya çıkmayan,
utanan, tacize, tecavüze uğramayı kendi suçu sanan onca kadın, onca adam, onca
çocuk?..
Memleketin her
gün biraz daha “... kılı” yetiştirmesine seyirci kalmak...
Kadınlık,
adamlık, insanlık haysiyetini yaralayan bir hal...
Çok yara aldık.
“Neden bu memlekete doğduk?” diyorsak eğer, “bu acıları yaşamak neden?..” Bir
sebebi var ki doğduk. Bu öfkeyi, bu nefreti bir kenara bırakıp, öğrenmek
gerek...
Sen bu cehaletin
içine doğmadın. Ben de doğmadım. Biz çok şanslıydık...
Çözüm bırakıp
gitmekse, kapat usta! Dükkanı kapatalım...
Vaz mı
geçeceğiz?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder