SABIR SABIR YA SABIR!
Bir arkadaşım dün akşam aradı ve
blogumu büyük keyifle okuduğunu söyledi. Çok hoşuma gitti. Yazmaya yeni
başladığım için hem desteğe hem de her türlü eleştiriye ihtiyacım var. Serpilip
daha güzel yazabileyim, değil mi?
Benden rica etti sabır üzerine de
yazar mısın diye. Bizzat tezcanlı (!) yapıda biri olarak “hemen yazarım” dedim!
J Sabır,
benim de üstünde kafa yorduğum bir konu. Geçen gün çok güzel bir tweet okudum :
“Tanrı’dan sabır isterseniz size sabır mı verir, sizi sabırlı kılacak sahneler
mi yaratır?”
Sabrı benim kocamdan
öğrenebilirsiniz. Yok adı Sabri değil. (Ay ne kadar bayat bir espriydi! Bazen
tutamıyorum kendimi.) Ben de ondan öğreniyorum. Kocamın adı Çağrı. Oturur ve saatlerce oturabilir öylece.
Canı sıkılmaz. Kahve ister mesela. Sadece bir kere söyler, 1 saat sonra bile
yapıp getirsem, oturur bekler. (Şimdi bazı feminist kesim celallenmiştir
“kahvesini senden mi istiyor!?” diye, kahveler benden çaylar ondan, aramızdaki
anlaşma böyle.) Çevresinde olup bitenler onu ne kadar rahatsız ederse etsin,
şikayet etmez.
Kayınvalidem kadar olmasa da ben de
“hemen, şimdi, hadi, çabuk!”çu yapıdayım. Neyse meditasyonlarım sağolsun biraz
törpülendim ama tam değil. Çağrı ise sonsuz zamanı olduğunu bilerek yaşıyor.
Doğru zamanda, en ideal, en hayırlı şekilde, acele etmeden. Zamanla yarışmadan,
ona teslim olarak.
Zaman, bizim içinde yaşadığımız
şekliyle lineer. Yani düz. Bir başı, bir sonu var. Oysa holistik olarak bakan
gözden dünyada her şey “şu an”da oluyor ve bitiyor. Bir başlangıç veya bir son
yok. Sonsuz başlangıç ve sonlar var. Bizim zihnimiz, at gibi ordan oraya
koşturuyor. Oysa sonsuzlukta koşturmaca da yok. Bir yerden bir yere kavuşmaca
da.
Ben kendime sabrı nasıl öğretiyorum
biliyor musunuz? Hani çocuklar annelerini babalarını taklit ederler ya, ben de
Çağrı’nın bayıldığım bu yönünü oyunbaz bir şekilde taklit ediyorum. Mesela
birşeyi delicesine istiyorsam, “burda Çağrı nasıl yapardı?”, diye düşünmeye
başlıyorum. Tam olarak onun gibi durgun olamasam da benim obsesimi kesiyor en
azından. Obsesim kesilince de istediğim şey çabucak oluveriyor.
Sabretmeyi öğrenmek için en iyisi,
kendinize sabırlı bir rol modeli bulmak. Ama merak etmeyin, yoga, nefes,
meditasyon ve özbilgisiyle meditatif haliniz arttıkça, zihniniz biraz daha
huzura kavuştukça, daha sabırlı olacaksınız.
Başka bir yol da sabırsızlığınızı
kendinizden ayırıp onu gözlemlemek. Sabırsızlık darlık duygusu ve
güvensizlikten kaynaklanıyor. “Hayata güvenmiyorum, bana herşeyi vermedi her
zaman.” Uyanıp görmek lazım, şu anda gereken her şeye sahibiz. Ne eksik, ne
fazla. Her şey, şu anda tam. Bunu gözlemleyince, bırakıverir sabırsızlık sizi.
Düşer kalbinizden ve kalbinizi sıcacık bir doygunluk duygusu kaplar.
Hatta nihayetinde kısmetse öyle bir
an gelecek ki, uğrunda sabır dilenecek arzunuz bile kalmayacak...
YÜRÜ YA(Ğ) KULUM!
SABIR SERİSİ VOL.2
Efendim, İtalyanlar makarna pizza
yiyorlarmış da, Fransızlar peynirleri şarapları güpletip kilo almıyorlarmış da
biz neden alıyormuşuz. Nedeni çok basit, sen 10 tane yerken o 4 taneyle doyuyor
mesela. Sen çekirdek çitleyerek televizyon izlerken o saatlerce yol yürüyor
mesela. Sabah kahvaltısında fransızlara bir kruasan bir kahve yallah. Bizim
gibi oturup “ooh, şu peynirden de alayım, yok ekmeğimi yumurtaya da banayım”,
yok onlarda.
Şaka bir yana, bazı insanlar biraz
daha hızlı hazmederler, metabolizmaları daha hızlı çalışır evet bu doğru ama
insanoğlunun hazım sisteminin de bir ortalaması var. Hesap çok kolay : Ne kadar
kalori alıyorsun, ne kadar yakıyorsun. Haftada normalde aldığınızdan 500-1000
kalori az aldınız mı yarım ile bir kilo arası veriyorsunuz.
Diyetteyken herşey günah, çıkınca
da herşey sevap anlayışı bizi mahfediyor. Aslında ne yediğinin çok bir önemi
yok. Herşeyi yiyebilirsin. “Ne kadar” yediğinin önemi var. Çoğunlukla ayarsız
yiyoruz. Neyden ne kadar yediğimizden emin olamıyoruz. “Bir lokmacık yedim
işte”yle olacak iş değil bu. Oturun, neyi ne kadar yediğinizi yazın ben size
kalorisini hesaplayayım. “Aboooov!” diye gözleriniz pörtler.
Gerçekten kilo vermek istiyorsanız,
bu işte disiplin kısmı çok önemli. Ama sadece disiplinle de olmaz,
inanacaksınız olabileceğine. Kendinize bunu hak görmeniz gerek. Mideye
indirmeden önce kendinize şunu sorun : Zayıflamış halinizi mi daha çok
seviyorsunuz yoksa o bir ekstra köfteyi mi?
Şunlar çok önemli :
- Yağlarınız
1-2 haftada erimeyecek. Kalıcı form istiyorsanız bu, size de bağlı olarak 2-3-4
ayınızı, belki daha fazlasını alacak.
- Sofradan
¾ dolu mideyle kalkmaktan zarar gelmez. Asla patlarcasına yemeyin.
- Kendi
belirlediğiniz de olsa yine de bir disipline girmeniz gerekecek.
- Şok
diyetler sizi sadece sağlıksız yapar, aç bırakır.
- 2 hafta
düşük kalorili beslendiniz diye 3. Hafta size abanma lüksünü vermez.
- Çok sıkı
diyetlerin sonu sıkı yemelerdir (Buzdolabında uykuya dalan?!?)
- Hareket
etmek şart! (Günde min. 30 dakika) Hem enerjinizi arttırır, hem seratonin
miktarını
- Acıkmadığınız
sürece hiçbir şey yemeyin.
- Sabah
kalkar kalkmaz en az 500ml su için. (içebiliyorsanız 1lt)
- Yavaş
yeyin kimse sizi kovalamıyor. İyice çiğneyin.
- Yemekle
beraber birşey içmeyin. İlla “lokma gitmiyor boğazımdan içesim var” diyorsanız,
o zaman ılık su.
- Sağlıklı
ve fit bir hayatı yaşam biçimi ve genel bir iyilik&mutluluk halini yaşam biçiminize
çevirmek istiyorsanız, yoga, nefes ve meditasyona da merhaba demenizi
öneriyorum.